Yazar "Gürcan, Efe Can" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 12 / 12
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe ABD-Çin rekabetini yırtıcılık teorisi penceresinden anlamlandırmak(Karadeniz Teknik Üniversitesi, 2021) Donduran, Can; Gürcan, Efe CanGünümüzde uluslararası siyasetin belirleyici unsurlarının başında, uzun süredir yükselmekte olan Çin ile göreceli gücü 2000’li yılların başından bu yana hızla azalmakta olan ABD arasındaki rekabet gelmektedir. İki ülke arasındaki rekabeti açıklamaya yönelik analizler, genellikle Soğuk Savaş döneminde yaşanmış tecrübelerden yola çıkar. Ancak, bugün Çin ve ABD arasındaki rekabetin, geçmiş dönemlerden çok daha farklı bir uluslararası çevrede cereyan ettiği söylenebilir. Dünya, artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi birbirinden keskin çizgilerle ayrılan iki bloktan oluşmadığı gibi uluslararası aktörlerin çıkar ve hedeflerinin karmaşık bir biçimde birbirine bağımlı hale geldiği gözlemlenmektedir. Ayrıca, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında karşı karşıya geldiği başat rakiplere baktığımızda, Çin’in farkı açık biçimde ortaya çıkmaktadır. SSCB, askeri anlamda bir dev iken Sovyet ekonomisi Amerikan ekonomisiyle rekabet etmekten oldukça uzak kalmıştır. 1980’li yıllarda Japonya teknolojik açıdan önemli bir güç haline gelmiştir; ancak, bu ülkenin sahip olduğu teknolojik avantajı askeri güce dönüştürmesi söz konusu olmamıştır. Bu örneklerden farklı olarak Çin ise birçok alanda ABD ile ciddi ölçüde rekabet edebilecek kapasiteye sahiptir. Bu durum, özellikle Soğuk Savaş üzerinden kurulan analojilerin ve geleneksel güç geçişi kuramlarının Çin-ABD rekabetinin dinamiklerini ve geleceğini anlamak adına yetersiz kalmasına yol açmaktadır. Bu çalışma, ABD ile rekabet halindeki Çin’in izlediği politikanın ana ekseninin nasıl şekillenmekte olduğu ile bu sürecin küresel ve bölgesel ölçekte ne gibi sonuçlar doğurabileceği sorularına cevap aramaktadır. Mevcut çalışma, bu soruyu yanıtlarken, Joshua Itzkowitz Shifrinson tarafından ortaya atılan “yırtıcılık teorisi”ne (predation theory) dayanmaktadır. Yırtıcılık teorisi, Soğuk Savaş konjonktüründe şekillenen geleneksel kuramlara kıyasla daha geniş kapsamlı, derinlikli ve güncel bir çerçeve sunmaktadır. Günümüze kadar Türkçede pek yer bulmamış olan bu kuram, mevcut çalışma vesilesiyle uluslararası literatür kapsamında ilk kez Çin-ABD ilişkilerine uyarlanmaktadır. Ayrıca çalışma, söz konusu kuramı, Çin-ABD rekabetinin hem yakın geçmişi hem de güncel durumunun analizi üzerinden süreç izleme yöntemiyle test etmeyi amaçlamaktadır. Yükselen güçlerin rekabet halinde oldukları düşüşteki aktörlere karşı izledikleri stratejileri destekleyici ve yırtıcı olarak iki ana kategoriye ayıran yırtıcılık teorisi; iki ülkenin birbirleri açısından stratejik önem ve konumları, askeri güç kapasiteleri, küresel güç dağılımı gibi unsurların bu anlamdaki seçimi şekillendirdiğini iddia etmektedir. Esas olarak destekleyicilik-yırtıcılık ekseninde şekillenen söz konusu stratejiler yine yoğunluklarına göre ikiye ayrılmakta ve temel hedefe ulaşmada izlenen yolun aşamalı veya hızlı bir geçişi öngören biçimde olması da bu yolla belirlenmektedir. Yükselen bir güç, yoğun biçimde destekleyici olduğu durumlarda “güçlendirme” stratejisini tercih ederken, bu amaç için daha az kaynak ayırdığı durumlarda “takviye etme” stratejisine yönelmektedir. İlişkilerin daha saldırgan biçimde ele alındığı durumlarda ise yükselen konumdaki aktör mevcut statükoyu düşüşteki gücün aleyhine radikal ve hızlı bir biçimde değiştirme arzusundaysa izleyeceği yol “devirme” olacaktır. Son olarak, yükselen gücün yırtıcı güdülerinin yoğunluğu görece azken tercihi, rakibin üstünlüğünün yok edilmesini zamana yayan sabırlı bir strateji olan “zayıflatma” yönünde olacaktır. Örneğin, Bismarck Prusya’sının 1870’lerde Fransa’ya karşı izlediği politika devirme stratejisine net bir örnek oluştururken, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Avusturya-Macaristan’ı destekleme çabaları güçlendirme stratejisinin doğrudan sonucudur. Benzer biçimde, ABD’nin 1980’lerde SSCB’ye karşı takındığı tutum zayıflatma tercihini yansıtmaktadır. 19. yüzyılın ortalarında Britanya’nın Prusya karşısında Avusturya-Macaristan’a karşı takındığı destekleyici tavır da takviye etme stratejisinin açık bir yansımasıdır. Bu tercihlerin belirlenmesinde kritik unsurlar ise düşüşteki aktörün sahip olduğu askeri güç kapasitesi ve yükselen gücün hedeflerine erişmesi açısından sahip olduğu stratejik değerdir. Bu değer, diğer güçlerin yükselen aktörün güvenliğine doğrudan tehdit oluşturması, düşüşteki gücün coğrafi konumunun yükselen güce diğer rakipleriyle rekabette avantaj sağlayacak olması, uzun vadede yükselen güce diğer tehditler karşısında destek olma potansiyeli ve iki aktör arasında bir ortaklığın mümkün olması gibi değişkenlere bağlı olarak şekillenir. Düşüşteki gücün stratejik öneminin olması destekleyici bir yaklaşımı teşvik eder. Aksi durumda, yükselen gücün daha yırtıcı bir tavır takınması beklenmektedir. Bu tercihlerin yoğunluk derecesi ise doğrudan düşüşteki aktörün askeri güç kapasitesi ve caydırıcı niteliği ile ilişkilidir. Çin ve ABD özelinde baktığımızda, Washington’ın gerek Çin’in ikincil rakipleriyle veya maruz kaldığı tehditlerle mücadelede gerekse uluslararası sistemin şekillendirilmesi anlamında Pekin’e stratejik açıdan fayda sağlamaktan uzak olduğu görülmektedir. Ayrıca, ABD’nin mevcut askeri gücünün ve potansiyelinin küresel ölçekte neredeyse rakipsiz olduğu gerçeği de ortadadır. Bu bağlamda, Çin’in ABD ile rekabetinde tercih ettiği stratejinin “zayıflatma” olması ve Amerikan üstünlüğünün üç sütununu (askeri, ekonomik, yumuşak güç) zaman içerisinde gittikçe şiddetlenen biçimde sarsma arayışına girmesi olasıdır. Doğrudan bir çatışma ihtimalini zayıflatan bu strateji, güç geçişinin, geleneksel yaklaşımların vurguladığının aksine, evrimsel bir süreç sonunda aşamalı olarak gerçekleşmesi olasılığını güçlendirmektedir. Esasen, ikili ilişkilerin normalleştiği 1970’lerin sonundan bugüne gelen süreçte Çin’in politikalarının büyük ölçüde bu yaklaşımla uyumlu biçimde şekillendiği söylenebilir. Deng Xiaoping’in “doğru zamanı sabırla bekleme” tavsiyesine paralel olarak Çin, uzun yıllar boyunca uluslararası siyasette düşük bir profil sergilemiş ve liberal reformlara odaklanarak ABD öncülüğündeki sisteme entegre olmaktan kaçınmamıştır. Adeta sistemi içeriden fethedercesine, bir yandan hızla büyüyüp güçlenmeye devam ederken, bir yandan da başta ABD olmak üzere uluslararası sistemin başat aktörlerinin liberal reformların son aşamaya kadar ilerleyeceğine inanmasını sağlamıştır. 2000’li yılların başından itibaren ABD’nin üstünlüğünün başta ekonomik olmak üzere çeşitli etmenler sebebiyle sarsılmaya başlaması, Çin’in zayıflatma stratejisinin belirginleşmesine yol açmış ve özellikle 2008 sonrasında, Hu Jintao döneminde sertleşen tutumun Xi Jinping döneminde ivme kazanmasıyla birlikte “doğru zamanın” geldiğine dair inanç kuvvetlenmiştir. 1997 yılında Asya ülkelerinin yaşadığı borç krizi döneminde bölge ülkelerine mali kolaylık sağlamaya yönelik tutumunu Asya Altyapı Yatırım Bankası aracılığıyla kurumsallaştıran Çin, Kuşak Yol Girişimi ile bölgesel ve küresel ölçekte ABD’nin jeo-ekonomik çıkarlarına yönelik önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Kararlı adımlarla ordusunu güçlendiren Pekin, Doğu ve Güney Çin Denizi ile Tayvan gibi konularda sertleşen tutumuyla askeri anlamda da belirleyici bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Ayrıca, sayıları gittikçe artan Konfüçyüs Enstitüleri, ülkenin yumuşak gücünün artmasında önemli rol oynamaktadırlar. Bu adımlar düşünüldüğünde Çin’in, ABD’nin küresel üstünlüğünün üzerinde kurulu olduğu sacayağının zayıflatılması yönünde yavaş ama kararlı bir strateji izlemekte olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, gelecekteki güç geçişinin, birçoklarınca beklendiği üzere radikal biçimde, doğrudan bir savaş sonucunda değil, uzun erimli bir mücadeleyle gerçekleşme ihtimalinin belki de en önemli göstergesidir. Ancak, gerek ABD’nin denizaşırı askeri varlığını azaltma girişimleri ve Trump dönemi sonrasında Rusya’yla tekrar gerilen ilişkileri gerek ticaret ve teknoloji savaşları ve NATO’nun son dönemde sinyallerini verdiği dönüşüm, bu yaklaşımın devirme stratejisi yönünde evrilmesi olasılığını da önemli ölçüde güçlendirmektedir.Öğe BRICS ülkelerinin Afrika’daki yükselişine jeopolitik ekonomi penceresinden bir bakış(2019) Gürcan, Efe CanBRICS’in (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Afrika’daki yükselişi hangi jeopolitik ve ekonomik dinamiklere bağlıdır? Bu yükselişin dünya ekonomi ve siyasetinin çok kutuplulaşmasına etkisi ne olmuştur? BRICS, 2000’li yıllarda Afrika kalkınmasını nasıl etkilemiştir? Süreç analizi tekniğine bağlı bir yöntemsel yaklaşımın üzerine kurulu mevcut çalışma, yukarıdaki bu sorular etrafında şekillenmiştir. (1) BRICS’in Afrika’daki yükselişinin jeopolitik ve ekonomik dinamiklerinin, ağırlıklı olarak enerji ve doğal kaynaklara erişim ile silah ticaretine dayandığı görülmektedir. (2) BRICS, Batı ülkelerinin Afrika’ya yönelik koşullu kalkınma yardımlarından farklı bir şekilde, kalkınma işbirliği ilkesine dayanmaktadır. BRICS'in Afrika'daki altyapısal ve toplumsal kalkınma işbirliği vurgusu, Batılı ülkelerin ekonomik etki alanını da sınırlandırmaktadır. Ayrıca, kimi BRICS ülkelerinin kıtada etkisini artıran askeri yayılmacılığı, çok kutuplulaşma sürecini daha da hızlandırmaktadır. (3) Her ne kadar, BRICS’in yükselişi; Afrika kıtası için önemli kalkınma fırsatları sunsa da, aynı zamanda Afrika’nın doğal kaynaklarının sömürüsünü ve silah ticaretine dayalı bağımlılığını derinleştirmektedir. Bu sorunların derin bir insani ve çevresel boyutu bulunmaktadır. Makalenin temel amacı, BRICS'in Afrika'daki yükselişinin jeopolitik ve ekonomik yanlarını küresel güç ilişkileri bağlamında ortaya çıkarmaktır.Öğe The changing geopolitical economy of transcaucasia under multipolarity(JSTOR, 2020) Gürcan, Efe CanThis article sheds light on the changing character of the Transcaucasian geopolitical economy based on the question of how the multipolarization of world politics has shaped the course of regional conflicts and the balance of forces in the region. In this framework, the article proposes transcending static labels such as Georgia / Azerbaijan as a “Western post,” Iran and Azerbaijan as “arch enemies,” and Armenia as a “traditional Russian ally” by reference to recent developments such as the peaceful rise of China in the region, Putin's Eurasianist geostrategic leanings, and the reorientation of Turkey's foreign policy since 2016. Georgian and Armenian color revolution dynamics are likely to be suppressed thanks to the recent foreign policy shift of Turkey as a strategic ally of Georgia, Georgia's inclusion in the Belt and Road Initiative (BRI), and the Russo-Turkish rapprochement. Amidst deteriorating relations with the US and North Atlantic Treaty Organization (NATO) in the 2010s, moreover, Azerbaijan's foreign policy gives increasingly greater weight to relations with Russia, which can be further deepened under the influence of Turkey's foreign policy. A similar situation goes for Azerbaijan's involvement in the Non-Aligned Movement and BRI, as well as Iranian acknowledgment of Azerbaijan's territorial integrity despite unresolved tensions in bilateral relations.Öğe Dünya sistemleri analizi üzerinden küresel mülteci krizini anlamlandırmak: Suriye ve Afganistan örnekleri(DergiPark, 2021) Gürcan, Efe CanAbstract: The world is facing the largest global refugee crisis since World War II. This prompts one to suggest that the refugee issue has never been as international as it is today. The present article uses incorporated comparison and world-systems theory to investigate the international dynamics of the current global refugee crisis. It focuses on the cases of Syria and Afghanistan as being among the most recent and significant episodes of the global refugee crisis. The findings reveal that the refugee crises in these countries exhibit shared dynamics. In political-economic terms, both cases represent the focal point of the current global refugee crisis, which mainly stems from “structural imbalances” associated with “incorporation” into the world-system. Geopolitically speaking, growing multipolarity and the current phase of “hegemonic crisis” lay the groundwork for this crisis at the international level. Finally, one should also take into account the geo-cultural dynamics of the global refugee crisis. The waning importance of “anti-systemic movements” in the post-Soviet era and the rise in significance of ethno-religious identities in the periphery combine with the growing popularity of racism and xenophobia in core countries to legitimize and consolidate the system of “unequal exchange”, which deepens the refugee crisis even further.Öğe The economic and institutional dynamics of China’s growing financial influence: a “structural power” perspective(Taylor & Francis, 2023) Gürcan, Efe Can; Donduran, CanWhat are the economic and institutional dynamics behind China’s growing aspirations to expand its financial influence? Drawing on Susan Strange’s notion of “structural power”, this article examines China’s quest for superiority within the financial realm since the early 2000s. Our findings suggest that China’s financial rise is mainly driven by its efforts at increasing its “international monetary power” and developing its ability to control international credit and investment flows within a new normative and institutional framework. The main contribution of this article lies in conceptualizing China’s growing financial influence based on a comprehensive set of indicators to develop Strange’s theory.Öğe Emerging forms of social-union organizing under the new conditions of Turkish capitalism: a class-capacity analysis(Sage Publications Inc, 2020) Gürcan, Efe Can; Mete, BerkHow has Turkey's working-class movement adapted to the new conditions of capitalism? What alternative forms of struggle have emerged to address precarization under neoliberalism? Providing a bottom-up account of social-union activism based on interviews with union activists, we argue that neoliberal capitalism structurally incapacitates working-class organizing in Turkey through a process of precarization, strongly expressed in the flexibilization of labor and further amplified by sociogeographical unevenness and cultural identities. These challenges are addressed through innovatory methods of bottomup organizing such as white-collar forums of exchange, internet activism, the accentuation of the emotional and gendered dynamics of class struggle, solidarity actions with blue collars, and various forms of street activism.Öğe The formation and development of the black lives matter movement: a political process perspective(ISTANBUL UNIV, 2021) Gürcan, Efe Can; Donduran, CanThe "Black Lives Matter" (BLM) movement is believed to be the largest social movement in American history. Making sense of such a historically significant social movement will certainly enable a fuller understanding of contemporary American politics and society. The significance of BLM also makes this movement a benchmark case that provides a testbed for social movement theories. Within the framework provided by political process theory and the process tracing method, this article seeks to explain the political and socioeconomic dynamics underlying the development of BLM. One important factor that stands out in the case of BLM is the presence of an enabling political-economic environment characterized by rising ethno-racial inequalities, police brutality, and racism under the socially polarizing effects of the 2008 economic crisis. A second set of factors to be considered is BLM's adoption of a decentralized organizational structure, which facilitates the rallying and mobilization of large segments of society based on loose coalition strategies enacted through social media. Third, the rise and development of BLM greatly owe to the deployment of strongly motivating slogans, symbols, and modes of collective action that carry symbolic value, appeal to mass emotions, and address the political opportunities in place.Öğe Imperialism and the developing world: how Britain and the United States Shaped the global periphery(SAGE PUBLICATIONS INC, 2021) Gürcan, Efe Can[No Abstract Available]Öğe MAX WEBER VE ANTONIO GRAMSCI’NİN KARŞILAŞTIRMALI OKUMASI: KLASİK SOSYOLOJİ GELENEĞİNİN SÜREKLİLİĞİNİ SİYASAL ÖN YARGILARIN ÖTESİNDE ANLAMLANDIRMAK(2020) Gürcan, Efe CanMevcut makale; sınıf oluşumu, meşruiyet/hegemonya, liderlik/aydınlar ve karizma/bürokrasi kavramları üzerinden Max Weber ve Antonio Gramsci’nin düşüncelerinin karşılaştırmalı bir incelemesini sunmaktadır. Amaç, sosyoloji geleneğinin sürekliliğini ortaya koyarak, günümüzde hala etkisini sürdüren kimi temel Soğuk Savaş ön yargılarının aşılmasına katkı sağlamaktır. Bu siyasal ön yargılar, Marksizmin “kaba” maddeciliğiyle Weberci sosyolojinin sözde idealizmi arasında yapay bir ikilik dayatarak sosyolojik düşünce geleneğinin kuramsal açıklayıcılığına sekte vurmaktadır. Aynı zamanda makale, Gramsci’nin düşüncesinde yaygınca görmezden gelinen Weber etkilerini ve her iki ismin paylaştığı kavramsal temeli ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Makalede ileri sürülen temel sav odur ki Weber ve Gramsci, süreklilik arz eden köklü bir düşünce geleneğine mensupturlar. Her iki isim de, toplumsal değişimin dinamikleri üzerine kafa yormuşlardır. Bu dinamiklerin güçlü bir politik-ekonomik ve sınıfsal bir temel üzerinde yükseldiğini vurgulamışlardır. Bununla birlikte, toplumsal değişimin politik – ekonomiye indirgenmesini reddetmişler ve öznel değişkenlerin rolünü anlamaya çaba göstermişlerdir. Kapitalist toplumun derinlikli bir eleştirisini sağlayarak geleceğin siyasal sosyolojisinin kapsamlı bir kuramsal haritasını oluşturmuşlardır.Öğe Max Weber ve Antonio Gramsci’nin karşılaştırmalı okuması: klasik sosyolojinin geleceğinin sürekliliğini siyasal ön yargıların ötesinde anlamlandırmak(DergiPark, 2020) Gürcan, Efe CanMevcut makale; sınıf oluşumu, meşruiyet/hegemonya, liderlik/aydınlar ve karizma/bürokrasi kavramları üzerinden Max Weber ve Antonio Gramsci’nin düşüncelerinin karşılaştırmalı bir incelemesini sunmaktadır. Amaç, sosyoloji geleneğinin sürekliliğini ortaya koyarak, günümüzde hala etkisini sürdüren kimi temel Soğuk Savaş ön yargılarının aşılmasına katkı sağlamaktır. Bu siyasal ön yargılar, Marksizmin “kaba” maddeciliğiyle Weberci sosyolojinin sözde idealizmi arasında yapay bir ikilik dayatarak sosyolojik düşünce geleneğinin kuramsal açıklayıcılığına sekte vurmaktadır. Aynı zamanda makale, Gramsci’nin düşüncesinde yaygınca görmezden gelinen Weber etkilerini ve her iki ismin paylaştığı kavramsal temeli ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Makalede ileri sürülen temel sav odur ki Weber ve Gramsci, süreklilik arz eden köklü bir düşünce geleneğine mensuplardır. Her iki isim de, toplumsal değişimin dinamikleri üzerine kafa yormuşlardır. Bu dinamiklerin güçlü bir politikekonomik ve sınıfsal bir temel üzerinde yükseldiğini vurgulamışlardır. Bununla birlikte, toplumsal değişimin politik ekonomiye indirgenmesini reddetmişler ve öznel değişkenlerin rolünü anlamaya çaba göstermişlerdir. Kapitalist toplumun derinlikli bir eleştirisini sağlayarak geleceğin siyasal sosyolojisinin kapsamlı bir kuramsal haritasını oluşturmuşlardır.Öğe Post-hegemonyacı dünya düzeni altında Çin’in Avrasya bölgeciliği(DergiPark, 2019) Gürcan, Efe CanÇin’in dış siyasetinde 2000’li yıllarda artan çok taraflılık ve bölgecilik vurgusu dünya siyasetinin çok kutuplulaşmasına nasıl etki etmektedir? Çin inisiyatifindeki çok kutuplulaşma sürecinin başlıca lokomotifi Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) nasıl bir normatif ve kurumsal temel üzerine inşa edilmiştir? Posthegemonya, birbiriyle iç içe geçen ve birçok uluslararası proje üzerinden, tutarlı bir sistem alternatifi önerilmeksizin ABD hegemonyasının sorgulandığı bir dünya düzenini betimlemektedir. Çin’in bölgecilik siyasetinin posthegemonyacı dünya düzenine katkısı dört farklı cephede (kültür, ekonomi, finansal iş birliği ve bölgesel savunma) yoğunlaşmaktadır. Ancak, ŞİÖ tarafından temsil edilen Avrasya’da belirleyici gündem uluslararası güvenliktir. ŞİÖ, en başta Çin’in katkısıyla güçlü bir normatif çerçeve üzerinden meşruiyetini savunmaktadır ve iç kaynaklı (endogenous) bir kültür, eğitim ve savunma altyapısı kurmayı amaç edinmiştir. ABD denetimindeki uluslararası örgütlerden bağımsız ekonomik, finansal ve altyapısal kalkınma amaçları öne çıkarılmıştır. Ne var ki, uzun vadede bütün bunların başarılı bir şekilde uygulamaya geçirilmesinin önünde ciddi engeller vardır. Avrasya’nın güvenlik merkezli gündemi, ABD hegemonyasına tutarlı bir şekilde karşı çıkabilmek adına neoliberalizme alternatif bir ekonomik kalkınma vizyonu oluşturma gereğini gözardı etmektedir. Ayrıca, Çin’in bölgecilik girişimleri, milli egemenlik ve ulus üstü bölgecilik arasındaki gerilimleri ele almakta zorlanmıştır. Bu alanlarda, bölgeci örgütsel kararların bağlayıcılığında ilerleme kaydedilememesi ve askeri iş birliğinde ABD merkezli kurumlarla yarışacak düzeyde bir bütünleşme yaşanamaması dikkate değerdir.Öğe Social movements and the state in the post-neoliberal era(Taylor and Francis, 2020) Otero, Gerardo; Gürcan, Efe Can; Mackinlay, HoracioThe purpose of this paper is to critically engage two main strands in social movements political practices – and the corresponding literature – on Latin American development since the neoliberal turn in the 1980s, but especially after the 1994 Zapatista insurrection. These two main strands are the autonomists or “social left,” focused on civil society; and the symbiotic or “political left,” focused on the electoral field. We will then focus on the case of Mexico, where the left-of-centre Morena (National Regeneration Movement) party won the elections by a landslide in 2018, with Andrés Manuel López Obrador (AMLO) as its presidential candidate. Politically, a major feature of the neoliberal era is that most countries had returned to or initiated liberal democratic regimes after authoritarian or military governments by the 1990s. After the seeming defeat of the revolutionary strategy of direct assault on the state, the ruptural route, the question became whether progressive forces would focus on gaining state power via elections, the symbiotic route; or on trying to influence state policy via social movement mobilization from the bottom-up, i.e. the autonomist, or intersticial route.