Kanser Biyolojisi ve Farmakolojisi Programı Yüksek Lisans Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 14 / 14
  • Öğe
    Valproik asit ve baicalein kombinasyonunun akciğer kanseri hücre soylarında sitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Rezayifar, Vida; Aztopal, Nazlihan
    Dünyadaki en yaygın malignitelerden biri olan akciğer kanseri, kanser ile ilişkili ölümlerde birinci sırada yer alır. Valproik asit (VPA) bir anti-epileptik olarak klinikte uzun süredir kullanılmaktadır ve bir HDAC inhibitörü olarak hem mono terapi hem de kombinasyon terapide etkinliği birçok ajan varlığında araştırılmıştır. Ancak, akciğer kanserinde, VPA’nin mono terapide sitotoksisitesi etkileyici değildir. Baicalein (BAİ)’in çeşitli kanserlerde sitotoksik etkisi tanımlanmıştır ve kombinasyon tedavilerde önemli biyoaktif tavır sergileyen doğal bir bileşiktir. Bu nedenle, çalışmamızda, VPA ve BAİ’yi birlikte kullanarak sitotoksik aktiviteyi arttırmak ve hücre ölümünü uyarmak amaçlanmıştır. Mevcut tez çalışmasında, Valproik asit ve Baicalein kombinasyonunun A549 ve BEAS-2B akciğer hücre soylarındaki etkisininin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla, A549 ve BEAS-2B akciğer hücre soylarında, VPA ve BAİ’nin hücre canlılığı üzerine etkisi SRB canlılık testi ile değerlendirildi ve büyüme eğrisi oluşturularak GI50, TGI ile LC50 değerleri hesaplandı. VPA ve BAİ’nin eşlenik dozları ile 24-72 saat kombinasyon çalışmaları gerçekleştirildi. Bu analizlerin sonucunda kombinasyon indeksi değerleri belirlendi ve IC90’a en yakın doz (100uM+2mM), A549 hücre hattında sinerjizm ve BEAS-2B hücre hattında antagonist etki sergilediği gözlendi. Bu sebeple, 24-48 saat Anneksin V -FITC ve Kaspaz 3/7 aktivitesi gibi apoptotik analizleri bu doz ile gerçekleştirildi. Bu analizler sonrası kombinasyon tedavinin A549 hücre hattında erken ve geç dönem apoptotik hücre yüzdesi zamana bağlı olarak artış göstermiştir. Ayrıca, IC50 değerine en yakın kombinasyon dozu (25uM+0.5mM) hücrelerin migrasyon yeteneğini araştırmak için seçildi. Kombinasyon tedavi uygulanan hücrelerde, ajanların tek başına etkisine kıyasla, yara kapanma hızında belirgin bir değişiklik gözlenmedi. Sonuç olarak bu kombinasyon modelinin farklı kanser hücre soylarında denenerek klinik translasyonu için etki alanlarının genişletebileceği düşünülmektedir.
  • Öğe
    Baicalein ve thymoquinone kombinasyounun akciğer kanseri hücre hattı üzerindeki sitotoksit ve apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Shokouhy Ardebili, Sonia; Ulukaya, Engin
    Akciğer kanseri dünya çapında önde gelen ölüm nedenidir. Kemoterapi tedavi sonrası hücrelerde meydana gelen direnç, kanser ölümlerin çoğalmasının nedenidir. Bu nedenle akciğer kanseri tedavisinde yönelik yeni ilaç ve tedavi stratejilerinin araştırmasının yanında bu ilaç adaylarının etkilediği moleküler yolaklarının aydınlatılması araştırmacıların önemli çalışma sahalarındandır. Baicalein ve Timokinon bileşiklerle yapılan çalışmalarda kanser tedavisinde umut verici etkilerden dolayı yeni çalışmalara yol açmıştır. Baicalein bir flavonoiddir. Pro-apoptotik, anti-metastatik, ve anti-proliferatif etkileri mevcuttur. Hücre döngüsünü yeniden düzenlediği de bilinmektedir. Timokinon, anti-inflamatuar, anti-oksidan, ve anti-kanser özelliklere sahiptir. Apoptoz, invazyon, metastaz, anjiogenez ve proliferasyon da dahil olmak üzere birçok kanser sürecini etkilemektedir. Bu iki ajan anti-kanser etkilerinden dolayı kombinasyon olarak bu tez çalışmasında kullanılmıştır. A549 insan akciğer kanser hücre hattı ve Beas-2B sağlıklı akciğer hücre hattı üzerinde sitotoksik etkileri araştırılmıştır. Baicalein ve Timokinon bileşiklerinin hücre canlılğın üzerine etkileri SRB canlılık testi ile incelenmiştir. Bu iki ajanları belirlenen dozlarda kombinasyon yapılmış ve söz konusu olan A549 hücre hattında ölüm mekanizmasının belirlenmesi amacıyla akım sitometrisi kullanmıştır. Bunlarla birlikte A549 hücre hattı üzerinde Baicalein ve Timokinon ve kombinasyonlarıyla, metastatik sürece olan etkisini değerlendirmek amacıyla migrasyon testi gerçekleştirilmiştir. Sonuç olarak yapılan iki ilaçın kombinasyonunun sitotoksik etkisi, invazyonu azaltmakta ve pro-apoptotik etkisi tekli ajanlara göre daha etkili olduğu görülmektedir. Bu iki ilacın kombinasyonu akciğer kanserinde umut vaad eden bir tedavi seçeneği olabileceği öngörüsüyle farklı kanser türleri de dahil in vitro deneylerin yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Spironolakton ve timokinon kombinasyonununakciğer kanseri hücre soylarındasitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Abdi, Gouled Said; Ulukaya, Engin
    Akciğer kanseri dünyada en çok yanıt verilen kanserdir. Kanserde kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi tedavisinin etkinliği, hastaların tedaviye direnç geliştirdiği ve tümörlerinin birbirinden tamamen farklı olduğu not edildikten sonra belirsizliğini koruyor. Bu direncin üstesinden gelmek için laboratuvarlar, eski ilaçların yeni kullanımları adı verilen bir ilaç yeniden yönlendirme sistemi uygulamıştır. Bu eski ilaçların da belirli bir hedefi vardır ve bunlar platin bazlı kemoterapi gibi belirli kemoterapi türleri için adjuvan tedavi olarak mevcuttur. Bu çalışmada, A549 ve Beas2b hücre hatlarında spironolakton ve timokinon kombinasyonunun sitotoksik ve apoptotik etkileri araştırılmıştır. A549 ve BEAS-2B hücre hatları % 10 FBS, % 1 penisilin/streptomisin içeren RPMI besiyerinde kültürlendi ve ardından 37 °C'de % 5 CO2 ile inkübatörde inkübe edildi. Spironolakton ve timokinon kombinasyonunun hücre canlılığı ve hücre büyüme hızı üzerindeki sitotoksik etkileri, SRB canlılık testi ile belirlendi. Hücre ölümünün mekanizması, spironolakton ve timokinon bileşiklerinin farklı dozlarında akış sitometrisi kullanılarak incelenmiştir. Spironolakton ve timokinon kombinasyonunun hücre göçü üzerindeki etkisini incelemek için bir iyileşme testi yapıldı. Sonuç olarak ilk kez spironolakton ve timokinon kombinasyonunun akciğer kanseri hücreleri için sitotoksik/apoptotik etkisinin yanı sıra anti-migrasyon etkisi olduğu keşfedildi.
  • Öğe
    Valproik asit ve spironolakton kombinasyonunun akciğer kanseri hücre soylarında sitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kose, Mehmet Emin; Aztopal, Nazlihan
    Kanser hastalarının dünya genelinde ölüm oranları incelendiğinde akciğer kanseri özellikle erkek bireylerde başı çekmektedir. Hayatta kalma süresi erken dönemde (5 yıl) %60-70 iken ileri evrelerde %5'in altına düşmektedir. Akciğer kanseri için kullanılan tedavi yöntemleri ise cerrahi, kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapidir. Bu alanlardaki ilerlemeler klinik sonuçlarda iyileşmeler göstersede; terapötik etkinlik tatmin edici değildir. Gelişen araştırma olanaklarını takiben kansere etkisinin zannedilenden çok daha fazla olduğu görülen epigenetik mekanizmalar, kanser tedavisinde yeni bir dönemin başlamasını sağladı. Epigenetik süreçlerin bozulması gen fonksiyonunun değişmesine ve malign hücresel transformasyona yol açabilir. Histon modifikasyonları kanser gelişiminde oldukça önemli bir yere sahiptir.Valproik asit (VPA) etkili bir HDACi (Histon Deasetilaz inhibitörü)’dür ve klinikte kullanılan FDAonaylı bir anti-epileptik ajandır. VPA’nın, çeşitli in vitro ve in vivo sistemlerde güçlü antitümör etkiler sergilediği gösterilmiştir. Erken klinik çalışmalarda, tek başına veya kombinasyon halinde (demetile edici ajanlar ve/veya sitotoksik ajanlarla) kullanıldığında olumlu sonuçlar verdiği rapor edilmiştir. Spironolakton (SP) klinikte özellikle kardiovasküler hastalıkların tedavisinde kullanılan ve aldosteron-antagonisti olan bir ajandır. Kanser alanında ise Spironolakton, DNA hasar yanıtını bozarak kanser kök hücrelerinin büyümesini engellediği bildirildi. Bu tez kapsamında ise gerçekleştirilen literatür taramaları sonucunda Valproik asit ve Spironolakton kombinasyon tedavisi üzerine herhangi bir çalışma ile karşılaşılmamış olup, ilk olarak Valproik asit (0.3-5mM) ve Spironolakton (3-50µM) tek başlarına ve/veya birlikte kullanılarak doz-yanıt çalışmaları yapılmıştır. Bu amaçla, A549 ve H1299 akciğer kanseri hücreleri ajanların ilgili dozları ile 48-72 saat muamele edildi ve hücre canlılığı Sulforhodamine B (SRB) metodu ile değerlendirildi. İlaç etkisini (sinerjistik, aditif veya antagonistik) değerlendirmek için kombinasyon indeksi CalcuSyn programı ile analiz edildi. Sitotoksik etki gözlenen doz(lar)da hücre ölüm modunun analizi için flow sitometri (akış sitometri) ile de Annexin-V-FITC pozitifliği, Mitokondri Membran Potansiyeli ve Kaspaz 3/7 aktivitesi değerlendirilmiştir. Daha sonra ise yara iyileşmesi (wound healing) metodu ile kombinasyon tedavinin hücrelerin migrasyon (göç) yeteneği üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Sonuçlar incelendiğinde VPA-SP kombinasyonunun her iki hücre soyunda da sinerjik etki gösterdiği ve apoptozisi tetiklediği gözlendi. Yara iyileşmesi sonuçlarına göre ilaçların ilgili dozlarının tek ve/veya kombinasyon tedavilerinin herhangi bir anti göç etkisi göstermediği saptanmıştır. Bu çalışma Valproik asit ve Spironolakton ikilisinin kombinasyon şeklinde kullanımının alternatif bir tedavi modeli olabileceğini ortaya koymuştur.
  • Öğe
    Serum M30 ve M65 biyobelirteç düzeylerinin metastatik kanser hastalarında kemoterapi yanıtını önceden tahmin etmedeki öneminin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Slocum, Abdul Kadir; Ulukaya, Engin
    Giriş/Amaç: Dolaşımdaki hücre ölümü biyobelirteçleri olan M30 ve M65’in malign hastalıkları erken bir aşamada tespit etmeye, hastanın tedaviye verdiği yanıtı izlemeye ve hastalarda prognozu tahmin etmeye yardımcı olabileceğini düşündüren veriler mevcuttur. Bu çalışmanın amacı değişik tür tümörleri bulunan metastatik kanser hastalarında kemoterapi öncesi ve sonrası M30 ve M65 değerlerindeki değişim ile radyolojik tedavi yanıtı arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Yöntem: Çalışmamıza değişik kanserler nedeniyle tedavi almakta olan 120 evre IV hasta dahil edilmiştir. Hastalardan aldıkları her kemoterapi öncesinde ve 24-48 saat sonrasında M30 ve M65 antijen düzeyleri ölçülmüştür. Ayrıca hastaların kemoterapi seansları bittikten sonra radyolojik yanıt değerlendirmesi yapılmıştır. Bulgular: Tedaviye radyolojik olarak yanıt veren hastalar (tam ya da kısmi yanıt) ile yanıt vermeyen hastalar (stabil ya da progresif hastalık) arasında kemoterapiye yanıt olarak M30 değişiminin zaman içerisindeki seyri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0.342). Aynı şekilde, yanıt veren hastalar ile yanıt vermeyen hastalar arasında kemoterapiye yanıt olarak M65 değişiminin zaman içerisindeki seyri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0.169). Başlangıçtaki (ilk kemoterapi öncesi) M30 ve M65 değerleri açısından da yanıt verenler ve vermeyenler arasında istatistiksel fark yoktur (p>0.05). Sonuç: Bulgularımız evre IV kanser hastalarında, kemoterapi sonrası erken dönemde M30 ve M65 değişimleri ile kemoterapiye radyolojik tedavi yanıtı arasında bir ilişki olmadığını düşündürmektedir. Her bir kanser türünden değişik evrelerde daha fazla hasta sayısı olan geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Dznep ve spironolakton kombinasyonunun akciğer kanseri hücre soyunda sitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kaymaz, Selin; Ulukaya, Engin
    Akciğer kanseri, günümüzde teşhisi konulan tüm kanserlerin büyük kısmını oluşturmaktadır ve kanser ölümlerinin önde gelen nedeni olmaya devam etmektedir. Akciğer kanserlerinin tedavisi için ameliyat, radyoterapi, kemoterapi, hedefe yönelik tedaviler, hormon terapi, immünoterapi gibi çeşitli opsiyonlar vardır. Ancak, günümüzde hala kesin bir tedavi bulunabilmiş değildir. Kansere karşı etkin tedavi oluşturulmasındaki en büyük iki zorluk, tedavinin kanser hücrelerini öldürebilecek kadar güçlü olamaması ya da tedavinin sağlıklı hücreleri de yüksek oranda öldürecek kadar toksik olmasıdır. Kanser durumlarında tedavi öncesi ya da tedavi sonrası karşılaşılan problemler arasında ise metastaz, invazyon, nüks, tedaviye direnç (çoğunlukla kemodirenç) görülmektedir. Bu sebeplerden dolayı, etkin ve doğru bir tedavi arayışında mevcut problemlerin olabildiğince çözülmeye çalışılması ve bu yönde gerekli analizlerin gerçekleştirilmesi son derece önemlidir. Epigenetik bir ajan olan DZNep, histon metiltransferaz inhibitörüdür. DZNep’in, EZH2’nin protein ekspresyonunu inhibe ederek histon H3 üzerindeki lizin 27’nin trimetilasyonunu (H3K27me3) azalttığı bilinmektedir. Son hücre temelli taramalar, Spironolakton’a DNA hasarına dayalı kanser kemoterapisinde yardımcı maddeler olarak çeşitli roller tanımlamıştır. Spironolakton, doğrudan DNA hasarına yol açmaz ve DNA onarım sisteminde HDR ve NER mekanizmalarını engelleyerek hatalı olan DNA’nın onarımına engel olur. Spironolakton’un DNA’ya zarar veren kemoterapötik bir ajan ile halihazırda tedavi edilmiş sağlıklı hücrelere toksisite eklemediği bilinmektedir. Epigenetik ajan DZNep’in Spironolakton ile kombinasyon tedavisinin A549 hücrelerinin canlılığı üzerine etkisi sulforhodamine B (SRB) testi yöntemiyle belirlendi ve hücre canlılığı üzerinde istatiksel açıdan anlamlı azalmalara yol açtığı bulundu. Hücre ölümünün apoptotik yolla gerçekleştiği akış sitometrisinde anneksinV-FITC pozitiflik ve kaspaz-3/7 aktivitesi testleriyle kanıtlandı. CalcuSyn Version 2.1 (Biosoft, UK) yazılımı kullanılarak Chou-Talalay metoduna göre hesaplanan kombinasyon indeks değerlerinin analizleri, ilaçların kombinasyonunun A549 kanser hücreleri üzerinde sinerjistik etki gösterdiğini ve Beas2B sağlıklı hücreler üzerinde bu sinerjizmin azaldığını ortaya çıkardı. Kombinasyon tedavisinin kanser hücrelerinin migrasyon yeteneği üzerine olan etkisini tespit etmek amacıyla yara iyileşmesi testi gerçekleştirildi ve kombinasyonun hem negatif kontrole göre hem de ilaçların tekli uygulamalarına göre istatiksel açıdan anlamlı olarak migrasyonu engellediği bulundu. Bu kombinasyonun ümit vaat edici olduğu ve yeni bir tedavi modalitesi olarak etkinliğinin doğrulanması için in-vivo ileri analizlere gerek duyulduğu sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Naftakinon türevli yeni sentez bileşiklerin üçlü negatif meme kanseri üzerine etkilerinin incelenmesi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Dincer, Hatice
    Meme kanseri, kadınlar arasında en sık teşhis edilen kanser türü ve kansere bağlı ölümlerde en yaygın ikinci kanser türüdür. Özellikle üçlü negatif meme kanseri, meme kanseri tipleri arasında en agresif ve çoğu ilaca karşı oldukça dirençli olan bir alt tipidir. Tedavi; ameliyat, radyasyon tedavisi, kemoterapi, hormon tedavisi ve / veya mümkün olduğunda hedefe yönelik tedavileri içerir. Üçlü negatif meme kanseri, meme kanseri alt tipleri arasında en agresif kanser türüdür, çünkü Luminal tiplerin (hormonal terapiden fayda görebilen) ve HER2 pozitif tipin (HER2 hedefli tedavilerden fayda sağlayabilen) aksine, hedefe yönelik bir tedaviden yoksundur. Bu nedenle, üçlü negatif meme kanseri tedavisi için yeni ilaç ve tedavi stratejilerinin araştırılmasına ek olarak, bu ilaç adaylarından etkilenen moleküler yolların açıklığa kavuşturulması da çok önemlidir. Naftokinon bileşikleri üzerine yapılan araştırmalar kanser tedavisinde oldukça ümit vericidir, klinik türevleri nedeniyle ilaç olarak kullanımı yaygınlaşmıştır. Naftokinon türevi ilaçlar, topoizomeraz II'yi inhibe ederek ve hücre içi ROS seviyelerini artırarak hücre ölümünü tetikler. Bu nedenle bu tezde, yeni sentezlenen naftokinon türevlerinin (ZP-2 ve ZP-4) üçlü negatif meme kanseri hücre hattı (MDA-MB-231) üzerindeki sitotoksik etkileri incelenmiştir. Yeni sentezlenen naftokinon türevi bileşiğin, üçlü negatif meme kanseri hücre dizilerinde hücre ölümünü tetiklediği bulunmuş, ancak mekanizmasal olarak farklılık gözlemlenmiştir. Üçlü negatif meme kanserinde ZP-2 ve ZP-4 bileşiklerinin umut verici bir tedavi seçeneği olabileceği beklenmektedir, bu nedenle farklı kanser türlerini içeren in vitro ve in vivo deneylerin yapılmasının gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Yeni sentez platin (II) sakkarinat kompleksinin (trans[PT(sac)2(PPH2CY)2]) panc-1 pankreas kanseri hücreleri üzerindeki sitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Kilic, Beyhan
    Pankreas kanseri, agresif ve malign özelliği yüksek olan, erken tanısının zor olması ve hızlı metastaz kabiliyeti ile ölüm oranı yüksek olan bir kanser türüdür. Diğer kanser türlerinde olduğu gibi pankreas kanserinde de kemoterapik ve radyoterapik uygulamalar, kanser hücrelerinde oluşan direnç mekanizması tedaviyi başarısız kılmaktadır. Son yıllarda klinik olarak kullanılan platin bazlı antikanser ilaçlara alternatif, yeni kemoterapötik metal bazlı komplekslerin keşfedilmesine yönelik araştırmalar, büyük ilgi görmektedir. Çalışmamızda kimyasal araştırma grubu tarafından yeni sentez edilen platin (II) sakkarinat kompleksinin (trans- [Pt(sac)2(pph2cy)2]) PANC-1 pankreas kanseri hücreleri üzerindeki sitotoksik/apoptotik etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Amacımız doğrultusunda yeni sentez platin (II) sakkarinat kompleksinin (trans-[pt(sac)2(pph2cy)2]) sitotoksik etkisini belirlemek için MTT ve SRB testi yapılmış, 24 ve 48 saatler için IC50 ve IC90 değerleri hesaplanmıştır. Ayrıca flow sitometrisi yöntemi ile 12 ve 24 saatler için Anneksin V, Kaspaz 3/7, mitokondri membran potansiyeli ve oksidatif stres parametrelerine bakılarak hücre ölüm metodu değerlendirilmiştir. Çalışmamız sonucunda yeni sentez platin (II) sakkarinat kompleksinin (trans-[Pt(sac)2(pph2cy)2]) PANC-1 hücreleri üzerinde gösterdiği apoptotik ve sitotoksik etkileri nedeniyle pankreas kanseri tedavisinde ümit vaadedici bir antikanser ajan olarak değerlendirilebileceği düşünülmüştür.
  • Öğe
    Pankreas kanserinde yeni sentezlenen pt(ıı) sakkarinat kompleksi kimyasal bileşiğinin, antikanser etkinliğinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Sevimli, Demet
    Pankreas kanseri genellikle hastalığın son evrelerinde belirti veren sinsi bir hastalıktır. Bununla birlikte günümüzün en ölümcül 4. kanser türü olarak bilinmektedir. Kemoterapi tedavisi sonrasında hücrelerin kazandığı direnç kanser ölümlerinin başlıca sebeplerinden biridir. Bu sebeple, birçok kanser türünün yanı sıra, pankreas kanseri tedavisine yönelik yeni ilaç ve tedavi stratejileri bulmak amacıyla birçok çalışma yapılmaktadır. Sakkarin türevli bileşiklerin kanser tedavisinde umut verici etkilerinden dolayı geliştirilerek ilaç olarak kullanılabilir olması ön görülmektedir. Tatlandırıcı olarak kullanılmakta olan sakkarin (sacH), yapısındaki birden fazla verici ucuyla çok yönlü ve ilginç bir liganttır. Dolayısıyla bu tez çalışmasında, yeni sentezlenen sakkarin türevli bir bileşiğin (MP2) insan pankreas kanseri hücre hattı (Panc1) üzerine sitotoksik etkisi araştırılmıştır. Sakkarin türevli bileşiğin hücre canlılığı üzerine etkileri SRB canlılık testi ile incelenmiştir. MP2 bileşiğinin belirlenen dozlarındaki hücre ölüm mekanizmasının belirlenmesi için akım sitometrisi kullanılmıştır. Sonuç olarak, yeni sentezlenen sakkarin türevli bileşiğin Panc1 hücre hattında hücre ölümünü tetiklediği bulunmuştur. MP2 bileşiğinin pankreas kanserinde tedavi seçeneği olabileceği öngörüsüyle farklı deneylerin yapılması ve farklı kanser türleri üzerinde de in vitro deneylerin yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    20-hidroksi-20-EPİ-tingenon molekülünün kolon kanseri üzerinde apoptotik etkisinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Sahin, Eren
    M. chiapensis cinsine ait bitkiler geleneksel tıpta rutin olarak ağrı hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Selastroloidler olarak bilinen kinonemethid triterpenoidler, küçük bir biyolojik olarak aktif bileşik grubu oluşturur. Bu belirli metabolit tipleri arasında, pristimerin ve tingenon Latin Amerika'da geleneksel ilaçlar olarak kabul edilir. Bir pentasik triterpen olan tingenon, M. chiapensis'nın köklerinden elde edilir. Önceki yapılan çalışmalara göre, pristimerin meme kanser hücrelerinde büyümeyi durdurucu etkisi bulunmuştur. Ayrıca MCF-7 ve MCF-7s hücre hatlarında apoptozisi tetiklediği görülmüştür. Pristimerinin apoptotik bu etkisinin aynı bitkiden elde edilen tingenon molekülleri için de etkili olabileceği ön görülmüştür. HCT-116 kolorektal kanser hücre hattında farklı konsantrasyonlarda etkisi denenen tingenon molekülü hücreler üzerinde apoptotik etkisi göstermiştir. Çıkan sonuçlarda kaspaz 3/7 pozitif bulunmuştur. Ayrıca, akışkanlar sitometrisinde hücrelerde Anneksin-V bağlanmasında artış olduğu gözlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, tingenon moleküllerinin kolon kanseri üzerinde apoptotik etkisi olduğu düşünülmektedir. Fakat, bu molekülün umut verici bir tedavi seçeneği olarak kullanılabileceği öngörüsü için ölüm metodunu belirlenmesi ve hangi yolağı tam olarak etkilediğinin araştırılması ardından in vivo deneylerin yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Yeni protoflavon bazlı hibrid bileşiklerin meme kanseri hücre soylarında sitotoksik/apoptotik etkilerinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Develi, Elif Sedef
    Meme kanseri, kadınlar arasında en sık görülen kanser olup, her yıl 2,1 milyon kadını etkilemektedir, kadınlarda kansere bağlı ölümlerde önde gelen nedenler arasındadır. 2018'de 627.000 kadının meme kanserinden öldüğü tahmin edilmektedir ki bu kadınlarda tüm kanser ölümlerinin yaklaşık % 15'idir. Tedavisinde yeni yaklaşımlara rağmen etkin bir başarı sağlanamamaktadır. Bu tez çalışması kapsamında; dört yeni hibrid protoflavon bileşiğin MCF-7 ve MDA-MB-231 hücre hatları üzerinde anti-kanser etkileri incelenecektir. MCF-7 hücre hattı ER? -pozitif meme kanseri için temsili model olarak ve MDA-MB-231 hücre hattı üçlü negatif meme kanseri (TNBC) için model olarak kullanılacaktır
  • Öğe
    20?-hidroksitingenon'un akciğer kanser hücre hattında sitotoksik etkisi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Diken, Ciler Gulsen
    Son yıllardaki çalışmalar, doğal bileşiklerin kanser hücreleri üzerindeki sitotoksik özelliklerinin incelenmesi üzerine yoğunlaşmış ve bu maddelerin tamamlayıcı ya da alternatif terapötik ajan olarak kullanılabilecekleri öne sürülmüştür. Gelecekte kemoterapötiklerin yerini, apoptozis gibi fizyolojik mekanizmaları çalıştıran, yan etki profili düşük moleküllerin alması öngörülmektedir. Kanser hücrelerinin standart kemo-terapilere karşı dirençli olduğu göz önüne alındığında, doğal bileşikler bu hücreleri yok etme potansiyeli taşıyabilir. Bu nedenle, bu çalışmada Maytenus chiapensis bitkisinden izole edilen doğal bir bileşik olan Tingenon’un A549 akciğer kanser hücre hattı üzerindeki sitotoksik etkisini değerlendirilmiştir. SRB canlılık metodyla dozu 50,9±1,5 µM olarak belirlenmiştir. DAPI ve PI ile yapılan ikili florasan boyama ile parçalı nükleus yapıları ve/veya kondense kromotin apoptotik yapılar açık bir şekilde görüldü. Akım sitometrinde yapılan Annexin- V, ROS ve Caspase 3/7 analizleri ile sekonder nekroz/geç apoptotik ölüm olduğu desteklendi. Fakat DNA hasarına sebep olup olmadığı gelecek çalışmalarda protein ve gen düzeyinde araştırmalıdır. Sonuç olarak Tingenon yüksek dozlarda A549 hücrelerinde apoptotik etkisi gözlemlenmiş olup iyi bir antikanser ürün adayı olabileceği düşünülmektedir.
  • Öğe
    Potent bir anti-kanser bileşik: terpiridin içeren dinükleer palladyum(II) kompleksinin {[pd(sac)(terpy)](sac)} [pd2(terpy)2(m? tas? n1,n4)]so4?11h2o meme kanseri hücreleri üzerindeki sitotoksik/sitostatik etkilerinin ve mekanizmalarının araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Selvi, Selin
    Meme kanseri, tüm dünyada morbidite ve mortalite açısından önde gelen kanser türlerinden biridir. Tüm dünyada kadınlar arasında en sık görülen kanser tipi olup, tüm kanser ölümleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Meme kanseri tedavisinde cerrahi girişim ve radyoterapinin yanı sıra kemoterapi de önemli bir yer tutmaktadır. Platin/Palladyum bazlı koordinasyon bileşikleri 25 yıldan uzun süredir kemoterapi tedavisinde kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalar, sisplatinin birçok kanser türünde güçlü bir anti-tümör aktiviteye sahip olduğunu göstermiştir. Fakat sisplatinin aşırı toksik olması, nefrotoksisiteye (böbrek hasarı) ve ototoksisiteye (yüksek işitme kaybı) neden olmaktadır. Bu nedenle sisplatinden farklı özelliklere sahip, daha etkili olabilecek yeni kompleksler sentezlenmekte ve anti-kanser aktiviteleri araştırılmaktadır. Bu amaçla sentezlenen bileşiklerden biri de çok çekirdekli metal kompleksleridir. Özellikle DNA?ya bağlanma afinitelerinin yüksek olması ve kanser hücreleri üzerinde güçlü sitotoksik etki göstermesi, bu kompleksleri daha etkili tedavi yaklaşımlarını ortaya çıkarılması açısından önemli hale getirmiştir. Sunulan tezde, dinükleer Pd(II) kompleksinin, meme kanseri hücrelerini hedefleyerek güçlü bir sitotoksik ve sitostatik aktiviteye neden olduğu bulunmuş olup bulgular yeni bir tedavi seçeneği olarak umut vermektedir. Sonuç olarak, Dinükleer, Palladyum tedavisinin, kadın meme kanseri tedavisinde kullanılabileceği öngörülerek in vivo deneylerin yapılması gerekmektedir
  • Öğe
    Naftakinon türevli yeni sentez bileşiklerin kanser hücre hatları üzerine etkisinin incelenmesi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Akar, Remzi Okan
    Prostat kanseri dünyada ikinci, İskandinavya da dahil gelişmiş ülkelerde ise en sık rastlanan birinci kanser türüdür. Hormon ve/veya kemoterapi tedavisi sonrası hücrelerde meydana gelen direnç kanser kaynaklı ölümlerin başlıca sebeplerindendir. Bu nedenle, prostat kanseri tedavisine yönelik yeni ilaç ve tedavi stratejilerinin araştırılmasının yanında, bu ilaç adaylarının etkilediği moleküler yolaklarının aydınlatılması araştırmacıların önemli çalışma sahalarındandır. Naftakinon türevli bileşiklerle yapılan çalışmalarda kanser tedavisinde umut verici etkilerinden ve klinikte kullanılan türevleri olmasından dolayı ilaç olarak kullanımının yaygınlaştığını görülmektedir. Naftakinon türevli ilaçlar topoizomeraz II inhibisyonu ve hücre içi ROS düzeylerinin arttırılması ile hücre ölümünü tetiklemektedir. Dolayısıyla bu tez çalışmasında, yeni sentez naftakinon türevli bir bileşiğin (K13) insan prostat kanseri hücre hatları (PC-3, DU 145 ve LNCaP) üzerine sitotoksik etkileri araştırılmıştır. Naftakinon türevli bileşiğin hücre canlılığı üzerine etkileri SRB canlılık testi ile incelenmiştir. K13 bileşiğinin belirlenen dozlarında söz konusu hücre hatlarında ölüm mekanizmasının belirlenmesi amacıyla akım sitometrisi kullanılmıştır. Son olarak naftakinon türevli bileşiğin etki edebileceği sinyal yolakları ile ilişkili proteinlerin ifade düzeyleri immunoblotlama yöntemi ile belirlenmiştir. Sonuç olarak, yeni sentezlenen naftakinon türevli bileşiğinin üç kanser hücre hattında da hücre ölümünü tetiklediği, fakat mekanizma olarak farklılık gösterdiği bulunmuştur. K13 bileşiğinin prostat kanserinde umut vaad eden bir tedavi seçeneği olabileceği öngörüsüyle farklı kanser türleri de dahil in vitro deneylerin yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.