Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 16 / 16
  • Öğe
    Bosnalı Sâmi‘î Abdülkerîm Efendi’nin kayıp sanılan Zeyl-i Siyer-i Veysî’si
    (2022) Aydın Kurt, Seda
    Veysî (ö.1037/1628)’nin “Siyer-i Veysî” adıyla bilinen “Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi‘râc” adlı eserine Bosnalı Sâmi‘î Abdülkerîm Efendi (ö. 1096/1684) tarafından zeyil yazıldığı biyografik kaynaklarda belirtilmiştir. Bununla beraber “Siyer-i Veysî” zeyilleri üzerine yapılan çalışmalarda bu eserin henüz ortaya çıkmadığı ifade edilmiştir. Çalışmanın amacı, Bosnalı Sâmi‘î Abdülkerîm Efendi’nin kayıp sanılan “Zeyl-i Siyer-i Veysî” adlı eserini tanıtmak ve Türk edebiyatında önemli bir yeri olan siyer yazıcılığına katkı sağlamaktır. Sâmi‘î Abdülkerîm Efendi’nin kayıp sanılan “Zeyl-i Siyer-i Veysî” adlı eserini ortaya çıkarmak için bibliyografik kaynaklar, yazma eser kütüphanelerinin katalogları, dijitale aktarılmış veri tabanları, basılı ve elektronik yazma ve basma eser katalogları ile alanın akademik literatürü tarama yöntemine tabi tutularak elde edilen bilgi ve belgeler veri analizi ve doküman incelemesi yöntemiyle değerlendirilmiştir. Değerlendirme neticesinde İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Bölümü 2528 numarada bulunan ve kataloğa Nev‘i- zâde Atâyî’ye ait “Zeyl-i Siyer-i Veysî” olarak geçen yazma eserin içinde Nev‘i-zâde’nin eserinden sonra Sâmi‘î Abdülkerîm Efendi’nin zeylinin yer aldığı anlaşılmıştır. Nev‘i- zâde Atâyî’nin “Zeyl-i Siyer-i Veysî” adlı eserinin tanıtıldığı bir çalışmada, Abdülkerîm Efendi’nin kayıp sanılan “Zeyl-i Siyer-i Veysî” adlı eserinin Nev‘i-zâde Atâyî’ye atfedildiği tespit edilmiştir. Çalışmanın sonucunda Abdülkerîm Efendi’nin kayıp sanılan “Zeyl-i Siyer-i Veysî” adlı eseri ortaya çıkarılmış ve yazma eserleri değerlendirirken çok dikkatli davranmak gerektiği bir kez daha anlaşılmıştır. Daha önce gün yüzüne çıkmamış olan bir eser, ilgili alanda çalışan araştırmacıların istifadesine sunulmuştur
  • Öğe
    Süreli yayınlarda Makâmât-ı Harîrî tercümeleri
    (TR- Dizin, 2021) Aydın Kurt, Seda; Özyıldırım, Ali Emre
    Bu makalede, Arap edebiyatının meşhurlarından olan Harîrî (ö.h. 516/m. 1122)’nin makâme türünde kaleme aldığı “Makâmât” adlı eserinin Osmanlı döneminde yayımlanan süreli yayınlarda yer alan Türkçe tercümeleri incelenmiştir. Makâme türü, Harîrî ve “Makâmât” adlı eseri hakkında bilgi verilen giriş bölümünden sonra süreli yayınlarda yayımlanan “Makâmât-ı Harîrî” tercümeleri kronolojik olarak detaylı künyeleri ile birlikte verilmiştir. Söz konusu tercümeler; içerik hakkında bilgi ve takip edilen yöntem olmak üzere iki başlıkla ele alınmıştır. “İçerik Hakkında Bilgi” başlığında kısa bir açıklamadan sonra eserin -varsa- sebeb-i te’lîf bölümüne yer verilmiş ve eserin iç özellikleri ele alınmıştır. “Eserde Takip Edilen Yöntem” başlığında mütercimin tercüme yöntemine ilişkin açıklamalardan sonra eserin tam metni verilmiştir. Sonuç ve değerlendirme bölümünde söz konusu tercümeler; amaç, yöntem ve üslup ana başlığı altında benzerlik ve farklılıklar yönünden ele alınmıştır. Alanın akademik yazını, yazma ve basma eser katalogları, arşiv belgeleri, gazeteler, ansiklopediler ve biyografi kaynaklarından veri toplama tekniği olarak doküman incelemesine başvurulan makalede, içerik analizi yapılmıştır. Bu çalışmanın amacı ve katkısı; Arap edebiyatının önemli eserlerinden “Makâmât-ı Harîrî”nin süreli yayınlarda yer alan Türk edebiyatında daha önce ele alınmamış tercümelerini ortaya koymak, söz konusu tercümeleri; amaç, yöntem ve üslup bakımından benzerlik ve farklılıklar doğrultusunda değerlendirmek ve Türk edebiyatında da önemli bir yeri olan “Makâmât” ve onun tercümelerini ilim âleminin istifadesine sunmaktır.
  • Öğe
    "Gül-deste"nin manzum metinlerdeki anlamları hakkında
    (TR-Dizin) Şentürk, Ahmet Atilla
    Dili oluşturan kelime ve kavramlar canlı varlıklar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Bunlar arasında yüzyıllara meydan okuyan uzun soluklu bazıları da zamanla anlam değişikliğine uğrayabilir. Öyle ki bazı kavram ve kelimeler toplumu etkileyen sosyal hadiseler sebebiyle bir zamanlar sahip olduğu anlamın tam tersi bir yapıya dahi bürünebilir. Bu açıdan bakıldığında her tarihî metin ancak ait olduğu dönemin sözlükleri ile anlaşılıp çözümlenebilir. Ancak eski metinler ve bunların yorumuyla uğraşanlar için bu saha ciddî engel ve tuzaklarla doludur. Zira Türkler Arapça ve Farsça lügatlere gösterdikleri ihtimamı nasıl olsa iyi bildiklerini düşünerek maalesef ana dilleri için göstermemişlerdir. Dil daimî bir değişim içinde bulunduğundan biz onların yüzyıllar önce yazıp söylediklerini bugün artık doğru anlamakta zorlanıyoruz. Elimizde o dönemin sözlükleri bulunmadığı için de kelime ve kavramların gerçek karşılıklarını tespit için tek kaynak çoğu zaman metnin kendisi olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında kelimelerin etimolojik yapı değişimleri dışında bir de sosyal gelişmelerle şekillenip farklı bir mecrada seyreden anlam serüvenleri vardır. Elektriğin icadıyla aydınlatma ihtiyaçlarının değişmesi ve ateşle bağlantılı eski kelime ve terimlerin zamanla kullanımdan düşüp unutulması bu değişim sürecinin en tipik örneklerindendir. Toplum hafızası ihtiyaç duyduğu bir kelimeyi ya sıfırdan üretir yahut da mevcut dil dağarcığında bulunan bir kelimeye yeni bir anlam yükleyerek kullanmaya başlar ve bir zaman sonra işi bittiğinde de terk edip unutur. İşte bunların sözlüklere girmediği durumlarda edebî metinler bu değişmeleri takip hususunda bulunmaz bir hazine değeri taşırlar. Zira şairler bugün çoğu kaybolan bu kelimeleri farklı anlamlarıyla en zengin biçimde kullanma başarısını zorlayan sanatkârlardır.Sonuç olarak bu açıdan bakıldığında zaman süzgecinden geçerek günümüz dilini oluşturan her kelimenin arkasında maceralı bir hayat hikâyesi vardır. Bu makalede günümüzde yaşlıların dilinde belki sadece “gül demeti” yahut “şiir antolojisi” anlamlarıyla varlığını sürdürmeye çalışan “gül-deste” kavramı sadece manzum metinler kaynak kullanılarak incelenmiş ve bugün tamamen unutulup terk edilmiş eski anlamları muhtemel değişim gerekçeleriyle birlikte tespit edilmiştir.
  • Öğe
    Ağır Tüy’de çağ eleştirisi
    (Eşik Yayınları, 2021) Gündoğdu, Mehmet Ali
    Ağır Tüy kitabı 17 hikâyeden oluşmaktadır: Yük, Kıyıda, Pencere Mektupları, Kesik Hava, Leylî Meccânî / Yatılılar İçin Hüzünleme, Turnadan Kalan, Dil-zede, Ağır Tüy, Yağmurlu Bir Cemile, Kadın ve Baba ve Kedi, Aşıntı, Yarım, Şehnaz-Nâme, Karganın Seyir Defteri, Sesin İzi, Düz Bir Hikâye, İşbu Sebepten Ben Bu Hikâyeyi.
  • Öğe
    Determinations in revnakoğlu’s documents regarding Bektashization among Bektashi fathers and other dervish lodges
    (Istanbul University Press, 2021) Koç, Mustafa
    Cemalettin Server Revnakoglu, who conducted important research on the history of Istanbul dervish lodges and tariqas, also created a large archive consisting of many documents and items related to the subject. Many documents about Bektashism in his archive are disorganized and not published. The scope of this study includes Baba Ibrahim, Baba Hasan Basri, Baba Tevfik, Ali Fethi Beybaba, and Ali Bey-Bektashi fathers whose biographies have been compiled by Revnakoglu. His notes also addressed Bektashi aspects in the sheikhs and dervish lodges of Rifa`iyya, Celvetiyya, Khalwatiyya, Mevleviyya, Ussakiyya, and Naqshibandiyya-Khalidiyya tariqas; specifically, he mentioned Baba Ziya, who was the sheikh of Uskudar Rifa`i Dervish Lodge, and Molla Bey, from Kubbeli Dervish Lodge in Rifa`iyya; Baba Hasim in Celvetiyya, Dede Ramiz in Khalwatiyya, Abdulvahid Celebi in Mevleviyya, Baba Emin from Yedikule Ussaki Dervish Lodge and his caliph Fahreddin Himmeti Efendi in Ussakiyya, and Sheikh Mustafa Efendi in Naqshibandiyya-Khalidiyya. Revnakoglu, who had a special interest in Sufism, met many sheikhs and visited most of the dervish lodges and zawiyas due to both his duties and special interest. His father, Mr. Server, who fed off Baba Nafi (sheikh of Rumelihisari Bektashi Dervish Lodge) also helped Revnakoglu establish close relations with the Sufi community. As a result, he conveyed his own observations and the testimonies of the people around him in his writings.
  • Öğe
    Tanzimat şiirinde üstatlar ve talebeleri
    (2020) Gündoğdu, Mehmet Ali
    Altı yüz yıl devam eden bir klasik edebiyat 19. yüzyılda son bulmuş veBatı etkisinde gelişen yeni bir edebiyat bu dönemde şekillenmiştir. Yeni şiirin, yeni türlerin ve bunların arka planında işleyen fikir ve duyguların oluşmasında neredeyse bir yüzyıla yakın kesilmeden devam eden bir üstad-talebe zinciri önemli rol oynamıştır. Zincirin ilk halkası dönemin kudretli paşalarının gölgesinde edebî faaliyetlerine başlayan ve Avrupa tahsili gören Şinasi’dir. Sonraki yazarlar onun açtığı yeni yolda yürürler. Namık Kemal, dönemin bütün edebiyat hareketlerini çevresinde döndüren ve Cumhuriyet’e doğru uzanan yeni edebiyata kalıcı bir şekil kazandıran yazardır; Şinasi’den başka mistik ve klasik etkilerin altında da kalmış, oldukça zengin bir kaynaktan beslenmiştir. Recaizade Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hamid ise Namık Kemal’in öğrencileri olarak edebî faaliyetlerine başlamışlar, ancak daha sonra belli noktalarda farklı rotaları izleyerek Edebiyat-ı Cedide akımını hazırlamışlardır. Namık Kemal’in edebiyatın topluma ve insana faydalı olması gerektiği amacına karşı, Recaizade Mahmud Ekrem’in zerreden şümûsa kadar güzel olan her şeyin şiirin konusu olabileceğini söylemesi Yeni Türk Edebiyatı tarihinde önemli bir kırılma noktası olmuştur. Yeni Edebiyat’ın ilk olgun eserlerini Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan ve Recaizade’nin izinden gidenyazarlar vermişlerdir. Ahmet Haşim’le bu yeni şiir anlayışı Cumhuriyet’e kadar uzanmıştır. Bu makalede yeni bir edebiyatı oluşturan bu zincir halkaları tanıtılmış ve örneklerle haleflerin selefleri nasıl takip ettikleri ve hangi noktalarda ayrıştıkları gösterilmiştir.
  • Öğe
    Çağatayca sıra dışı bir hâl eki kullanımı
    (2020) Çimen, Feyzi
    : İsim hâl eklerinin birbirinin yerine kullanılması, Türk dili tarihi içinde Eski Türkçeden beri bilinen bir durumdur. Bu kullanımları kesin bir sonuca bağlamak zor olsa da şekil ve işlev olarak hâl eklerinin birbirine yakın olması (çeşitli fonksiyonlarla isimlerle diğer kelime türleri arasında münasebet kurmak gibi), mahallî dil özelliklerinin müstensih tarafından esere yansıtılması, eklerin oluşma biçimleri, ek kısalması gibi muhtemel sebepler ilk akla gelenlerdir. Farklı farklı metinlerde ve ağız derlemelerinde daha önce tesadüf edilmeyen hâl eki kullanımlarına rastlanmaktadır. Bugün standart olarak kabul ettiğimiz bir hâl kategorisi için bu tarz metinlerde farklı kullanımlar görülebilmektedir. Bu biçimler hâl kategorisinin anlaşılması adına çok önemlidir. 1882 yılında istinsah edilen geç dönem Çağatayca bir Kelile ve Dimne tercümesinde sıra dışı bir hâl eki kullanımı vardır. Bu eserde Çağataycada yaygın bir kullanım olan akkuzatif ekinin genitif ekinin yerine kullanılmasının yanında tersi olarak genitif ekinin de akkuzatif ekinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Böylece akkuzatif=akkuzatif, akkuzatif=genitif; genitif=genitif, genitif=akkuzatif denkliği ortaya çıkmıştır. Bu makalede bu kullanımın bireysel bir müstensih tercihi mi, yoksa bir ekin fonksiyonunun kesinleşmemesinden kaynaklanan nöbetleşe kullanım mı (veya ek nöbetleşmesi) başka bir gramer olayı mı olduğu hususu irdelenecektir. 156212 kelimelik hacimli bir metin olan söz konusu eserde yüzlerce defa geçen bu eklerin örnekleri incelenerek ve genel Çağatayca gramerleri göz önünde bulundurularak bu gramer olayının bir sebep ve sonuca bağlanmasına çalışılacaktır.
  • Öğe
    On dokuzuncu yüzyılda kaleme alınan iki Makâmât-ı Harîrî tercümesi: Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi ve Ahmed Hamdi Şirvânî’nin Makâme-i Şîrâziyye’yi tercümelerinin mukayesesi
    (DergiPark, 2020) Aydın Kurt, Seda
    Ebû Muhammed Kâsım bin Alî bin Muhammed el-Harîrî’nin 12. yüzyılda kaleme aldığı Makâmât’ı, makâme adı verilen elli kısa hikâyeden oluşan Arapça bir eserdir. Her makâmenin farklı bir şehirde geçtiği eserde, makâmelere o şehrin adı verilmiştir. Arap dilinin inceliklerinin secili bir üslûpla ortaya konulduğu eser, birçok dile tam veya kısmî olarak tercüme edilmiştir. Kaynaklarda, Makâmât-ı Harîrî’nin Türk edebiyatında 17. yüzyıldan itibaren tercüme edildiği ifade edilmektedir. Fakat ulaşılabilen en eski tercüme, 19. yüzyılda Ahmed Hamdi Şirvânî tarafından kaleme alınan Tercüme-i Makâmât adlı eserdir. Hicri 1290 (m.1873/1874) yılında Yahya Efendi Matbaası’nda basılan eser, iki cilt olup 450 sayfadır. Aynı yüzyılın sonunda bir diğer tercüme, Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi tarafından yazılmıştır. Hicri 1314 (m.1896/1897) yılında kaleme alınan eser, 915 sayfa olup basılmamıştır. Tek nüshası olup Makedonya Kütüphaneleri Türkçe Yazma Eserler Koleksiyonu’nda yer almaktadır. Bu makalede, Harîrî’nin Makâmât’ında yer alan 35. makâme olan Makâme-i Şîrâziyye’nin Ahmed Hamdi Şirvânî ve Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi tarafından kaleme alınan tercümeleri ele alınacaktır. Söz konusu tercümeler; kullanılan metot, kelime kadrosu ve üslup bakımından mukayese edilecektir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, mukayese neticesinde ortaya çıkan benzer ve farklı yönleri incelemektir.
  • Öğe
    Bosna’daki Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde bulunan Osmanlı Türkçesi ile yazılmış tıp eserleri üzerine değerlendirme
    (DergiPark, 2020) Zaimovic, Nerma
    Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da bulunan ve Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1537 yılında yaptırılan, Balkanlar’daki en eski kütüphane olarak bilinen Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde 50000’i aşkın eser bulunmaktadır. Burada Arapça, Türkçe, Farsça ve Boşnakça eserlerin yanında diğer dillerde yazılan eserler de yer almaktadır. Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesindeki kitapların bir kısmı özellikle (1992-1995) Bosna Savaşının yıkıcı etkileri olmak üzere çeşitli dönemlerde ciddi zarar görmüştür. Buna görmüş olmasına rağmen kütüphane bünyesinde İslami ilimler, edebiyat, dil, felsefe, tarih, tıp, mantık, matematik, astronomi gibi içeriklere sahip çok sayıda eser vardır. Bu çalışmanın amacı değerli bir hazine olarak Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde bulunan Osmanlı Türkçesi ile yazılmış tıp metinlerini tanıtmak ve bu eserlerin muhtevasını ortaya koymaktır. Bu amaçla kütüphanede bulunan yaklaşık 50 adet tıp eserine ulaşılmıştır. Bu eserlerin bazı nüshaları Süleymaniye başta olmak üzere dünyanın önde gelen kütüphanelerinde bulunmakta bazıları ise tek nüsha olarak Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde yer almaktadır. Bu makalede, Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde bulunan ve Osmanlı Türkçesi ile yazılmış tıp eserlerin dökümü yapılacak, eserlerin künye ve muhtevaları ortaya koyulacaktır. Bu suretle bu metinler farklı disiplinden araştırmacıların dikkatine sunulacaktır.
  • Öğe
    Namık Kemal’in kurmaca dünyasında ölümün destanlaştırılması
    (DergiPark, 2020) Gündoğdu, Mehmet Ali
    19. yüzyıl sanat ve edebiyat hareketleri, dünyada Victor Hugo’nun başını çektiği Romantizm akımının etkisi altındadır. Aynı dönemde Batı etkisinde yeni bir Türk edebiyatı ekolü kurmaya çalışan Tanzimat yazarları da büyük ölçüde bu akımdan etkilenirler. Bu yazarların başında, edebiyatı siyasi ve sosyal maksatlarına ulaşmak için bir araç olarak kullanan ve halkı bu vesile ile eğitmeye çalışan Namık Kemal gelir. Yeni şiir, yeni tiyatro ve roman gibi türlerde dönemin en yetkin eserlerini veren Namık Kemal, anlatının mesajının okurlar üzerindeki etkisini artırmak için hem kurmaca yapısı hem de içerik olarak çarpıcı ve etkili metotlar kullanır. Bu metotların en çarpıcı olanlarından biri de, topluma model olarak sunulan misyon sahibi kahramanların destansı bir hava içinde ölüme doğru yürümeleridir. Kemal bu yöntemle halka vatan, millet, din, hamiyet, ittihat, şehitlik gibi kutsal sayılan değerleri aşılamak amacındadır. Kahramanın alnındaki kanda Osmanlı bayrağının yansımasından tutun vasiyetinin kanla yazılmasına kadar uzanan farklı kurgular içerisinde Namık Kemal, eser boyunca sürekli yücelttiği davayı destansı bir son ile bitirir. Bu makalede Namık Kemal’in eserlerinde sonu ölümle biten bu destansı yapı tahlil edilmiştir. Bu yapıyı ortaya çıkartan kurmaca dünyasının çözümlenmesinde Vladimir Propp’un kurmaca öğelerin işlevlerini saptayan ve Viktor Shklovsky’nin kurmaca öğelerin birbiriyle ilişkisini inceleyen biçimbilim kuramlarından yararlanılmıştır. Makalede bu biçimbilimci kuramların yardımıyla aynı zamanda Romantizm akımının, dönemin Türk edebiyatı eserlerinde nasıl bir etki oluşturduğu da gösterilmiştir.
  • Öğe
    Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın hayatı ve eserleri
    (DergiPark, 2019) Şentürk, Ahmet Atilla
    1951 senesi 10 Ağustos’unda Erzurum’da, Palandöken dağlarının eteklerine çok yakın, kapıları birbirine bakan çatısız kerpiç evlerin dairevî bir alanda sıra sıra dizildiği, yoksul, ama insanlarının büyük bir ailenin fertleri gibi yakın yaşadığı Çırçır Mahallesi’nde dünyaya gelir. Komşular aynı kaderi, aynı yoksulluğu ve aynı mutluluğu paylaşan insanlardır. Birbirlerini seven, dar zamanlarda ellerini birlikte taşın altına koyan, lokmalarını paylaşan, birlikte üzülüp birlikte sevip eğlenen; ama yeri geldiğinde de çoğu çocukların sebep olduğu mahalle kavgalarında birbirlerine sayıp dökmekten çekinmeyen güzel insanlar. Babası Kâmil Doğan düzgün, ilkeli, zarif bir din adamıdır. Çok okuyan, hayatını ailesine, ülkesine ve inancına adamış, gözü yaşlı, duygu dolu bir insandır. Sürekli Kur’an okuyan, Elmalılı Hamdi Yazır tefsirini mütalaa eden, Mehmet Akif ve Necip Fazıl hayranı bu zat oğlu Muhammet Nur’a Mehmed Akif’i, Necip Fazıl’ı ve şiiri sevdiren ilk hocasıdır. Tarikatlere, tasavvufa, cemaatlere, hatta mezheplere hiç sıcak bakmadığı için günümüzün moda tabiri ile tam bir Kur’an mü’minidir...
  • Öğe
    Yenilikçi tanzimat aydınlarının İslam’ın köklerine yönelişi
    (2018) Gündoğdu, Mehmet Ali
    19. yy., Osmanlı Devleti’nin başta siyaset, toplum ve kültür olmak üzere hemen bütün alanlarda büyük bir değişim yaşadığı bir dönemdir. Bu büyük dönüşüm sürecinin yönü muhakkak ki Batı medeniyetidir. Tanzimat aydınları kaleme aldıkları makale, roman, piyes ve şiirlerde Batı’dan ithal edilen yeni fikirleri gündeme getirmişlerdir. İlginç olarak, Batılılaşma rüzgârının her şeyi önüne kattığı böyle bir dönemde, Tanzimat aydınlarının eserlerinde, daha önce üzerinde çok durulmayan İslamî referansların ve İslam tarihinin çokça kullanıldığı göze çarpmaktadır. Başta Yeni Osmanlılar olmak üzere dönemin aydınları Batı aydınlanmasında önemli rol oynayan fikirleri İslamî kaynaklar içinde aramaya başlamışlardır. Biraz da Tunuslu Hayrettin Paşa’nın Akvâmü’l-Mesâlik adlı kitabının etkisiyle onlar meşrutiyet, akıl, irade, çalışma, hürriyet, millet, ittihad, gayret, ilim, terakki, hak, hukuk gibi Batı menşeli temaları İslam’ın köklerine, selef-i salihin dönemindeki örneklere dayandırmaya çalışmışlardır. Ayrıca bu düşüncelerini kaleme aldıkları kurgusal eserlerde çeşitli karakterler üzerinden de dile getirmişlerdir. Yeni Osmanlılara göre İslam; öğrenmeyi, ilerlemeyi, kalkınmayı teşvik etmektedir. Ayrıca İslam dini bugünkü anlamda bir meşrutiyet sistemine uygundur. İslam’ın başlangıcındaki biat kültürü bu sistemin varlığını göstermektedir. Dört halifenin idareci olarak meşruiyeti, kendilerine biat edilmek suretiyle mümkün olmuştur. Hatta Namık Kemal Hz. Peygamber’in kurduğu devletin bir cumhuriyet olduğunu bile iddia eder. Hürriyet Allah’ın hediyesidir; öyle ise bu hakkı ondan kimse alamaz. Hür olan insanın düşünce hürriyeti de vardır. Namık Kemal’in atan fikrine bakışı üzerinde ise muhakkak ki ayrıca durmak gerekir. Çünkü bu tema dönemin diğer yazarlarının eserlerinde pek görülmediği halde onun hem makalelerinde hem şiirlerinde hem de piyes, roman gibi kurgusal eserlerinde büyük yer tutmaktadır. Kemal, vatan sevgisini imanın bir gereği olarak gösterir. Ayrıca Batılı anlamdaki vatan fikrini İslam’ın köklerindeki değerlerle birleştirir. Kabe, Ravza, Mescid-i Aksa ve Kerbela gibi mekanlarla ona bir kutsiyet atfeder. Başta Hz. Peygamber olmak üzere, sahabelerin ve İslam’ı savunmak için savaşırken ölen şehitlerin bedenlerinin bu vatanda yattığını ve topraklarının şehit kanlarıyla sulandığını söyleyerek vatana ulvî değerler yükler. Kemal bu gibi vesilelerle vatan hamiyeti ile İslam gayretini birleştirir. Bu makalede Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi başta olmak üzere dönemin aydınlarının kaleme aldıkları eserlerde yukarıda sayılan temaları İslam’ın kaynaklarına dayandırarak nasıl işledikleri örnek metinler ve şiirler üzerinden anlatılacaktır.
  • Öğe
    Özbekçe hâl eklerinin fiillere bağlanma durumları
    (2018) Çimen, Feyzi
    Öz:Bu makalede Özbekçedeki hâl eklerinin fiillere bağlanma durumu incelenmiştir. Fiile bağlanacak hâl eklerinin hangi şartlara/özelliklere göre fiillere bağlandığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Hâl ekleri isim ve fiiller arasında her türlü işlekliği sağladığı için diğer çekim eklerinden farklı bir konumu vardır. Hâl ekleri isimler ile isim soylu kelimelerin; isimler ile fillerin çok değişik görev ve fonksiyonlarla ilişkiye girmesini sağlayan çok önemli bir gramer kategorisidir. İsim ve fiil arasında teklik- çokluk, iyelik, şahıs, zaman vb. açılardan bir uyum gerekir. Yoksa iki unsur arasındaki ilişki eksik veya belirsiz olur. Bir başka deyişle, fiile bağlanacak unsurun bazı şartları haiz ve bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Hâl kategorisi bakımından fiillerin kendine bağlanacak isimlerden zorunlu olarak talep ettiği bu şart ve özellikleri biz “istem” diye adlandıracağız. Hâl ekleri fonksiyon olarak ismi isme, ismi edata da bağlayabilir; ama biz konumuz gereği ismi fiile bağlayan hâl ekleri üzerinde duracağız. Daha açık bir ifadeyle Özbek Türkçesinde fiillerin kendine bağlanacak isimden hangi hâl ekini talep ettiğini ortaya koyarak bunları başlıklar halinde tasnif edeceğiz. Özbek Türkçesi gramerinde, hâl ekleri yalın hâl, ilgi hâli, yükleme hâli, yönelme hâli, bulunma hâli, çıkma hâli, vasıta hâli, eşitlik-benzerlik hâli, yön gösterme hâli, sınırlama hâli olmak üzere on başlık altında incelemiştir. Zikredilen hâl kategorileri on tane olmakla birlikte ilgi hâli kategorisi sadece isimler arası münasebet kurduğu için çalışmamıza dâhil edilmemiştir. Çalışmamızda ayrıca yalın hâl tabiri de kullanılmamıştır. Hâl eki almış fiiller, çalışmamızda “istemli” şeklinde tanımlanırken; hâl eki almamış olanlar “istemsiz” biçiminde tanımlanacaktır.
  • Öğe
    Şerh-İ Dîvân-I Sultan Selîm-İ Evvel
    (2019) Terzi, Beyza; Aydın Kurt, Seda
    Şerhler, bir ilim dalında meşhur olmuş metinlerin ve bu metinlerdeki kapalı ifadelerin açıklandığı eserlerdir. Selçuklu Devleti döneminde başlayan tercüme ve şerh faaliyetlerine Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra daha fazla önem verilmiştir. Bu sebeple Türk edebiyatında Arapça, Farsça ve Türkçe eserler, özellikle XIV ve XV. yüzyıldan sonra şerh edilmeye başlanmıştır. XVI. yüzyılın ortalarından XVII. yüzyıla kadar şerh geleneği büyük ölçüde gelişmiş; XVIII. yüzyıla gelindiğinde yapılan şerhlerin sayısı artmıştır. XIX. yüzyılda siyasi ve sosyal alanda yaşanan değişimler sebebiyle şerhler sayıca azalmışsa da şerh geleneği varlığını devam ettirmiştir. Şerh geleneği içinde dîvân şerhleri önemli bir yer tutmaktadır. Türk edebiyatında daha çok Arapça ve Farsça dîvânlar şerh edilmiştir. Şerh edilen dîvânlardan biri de Selîmî mahlasıyla şiirler kaleme alan Sultan Selîm-i Evvel (1512-1520)’in Farsça Dîvân’ıdır. Bu eser, XIX. yüzyılda Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi (ö. 1316/1898) tarafından Destâvîz-i Dâniş adıyla şerh edilmiştir. Çalışmada, Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi’nin Destâvîz-i Dâniş adını verdiği Şerh-i Dîvân-ı Sultan Selîm-i Evvel tanıtılacaktır.
  • Öğe
    Sultan-Şair Olarak Yavuz Sultan Selîm
    (2019) Aydın Kurt, Seda
    Yavuz Sultan Selîm, II. Bâyezid’in oğlu olup Osmanlı Devleti’nin dokuzuncu padişahıdır. Fetihlerle dolu sekiz yıl (1512-1520) süren saltanatı boyunca Yavuz Sultan Selîm, şiir yazmış ve şairleri himaye etmiştir. Osmanlı padişahları, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren şairleri desteklemiş; onları daima kendilerine yakın tutmuşlardır. Bunu yapmalarındaki amaç, devletin kültür seviyesini yükseltmektir. Küçük yaştan itibaren özel bir eğitimle yetişen Yavuz Sultan Selîm, Trabzon’da sancak beyliği yaptığı zamanlardan beri şiirle meşgul olmuş ve kendisine şiir sunan şairlere ihsanda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin başına geçtiğinde ise himayesindeki şairleri beraberinde seferlere götürmüş ve fethettiği yerlerdeki sanat erbabını Osmanlı ülkesine getirmiştir. Farsça bir Dîvân sahibi olan Yavuz Sultan Selîm, şiirlerinde “Selîmî” mahlasını kullanmıştır. Yavuz’un şiirleri, klâsik Türk edebiyatı içinde değerlendirilmektedir. Klâsik Türk edebiyatı şairleri, şiirlerinde daima “âşık” konumunda olup “ma’şûk” için şiir yazmışlardır. Yavuz Sultan Selîm de şiirlerinde diğer klâsik Türk edebiyatı şairleri gibi âşık konumundadır; fakat padişah kimliğini de muhafaza etmiştir. Şiirlerinde her iki kimliği bir araya getirerek bir sultan-şair portresi çizmiştir. Çalışmada, Selîmî’nin çizmiş olduğu sultan-şair portresi Farsça Dîvân’ında yer alan gazellerden hareketle incelenecektir.