Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Programı Yüksek Lisans Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 9 / 9
  • Öğe
    Açık kalp ameliyatı sonrası erken dönemde nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin pulmoner fonksiyon, respiratuar kas gücü, fonksiyonel kapasite üzerine etkileri
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Merakli, Feyza; Buran, Yasemin
    Çalışmamız açık kalp ameliyatı geçiren bireylerde nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin fonksiyonel kapasite ve solunum fonksiyonları üzerine etkilerini incelemek amacıyla planlandı. Çalışmaya açık kalp ameliyatı geçiren 32 hasta dahil edildi. 14 bireyden oluşan kontrol grubuna faz 1 kardiyak rehabilitasyon programı kapsamında normal eklem hareketleri, solunum ve mobilizasyon egzersizleri; 18 bireyden oluşan tedavi grubuna faz 1 kardiyak rehabilitasyon programına ek olarak nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulandı. Hastaların sosyodemografik bilgileri ve operasyonel özellikleri postoperatif ilk gün hasta tedaviye alınmadan önce kaydedildi. Postoperatif dört gün boyunca her tedavi seansının öncesi ve sonrasında vital bulgular not edildi; fonksiyonel kapasite zamanlı kalk yürü testi (ZKY) ve iki dakika yürüme testi (2DYT) ile, pulmoner fonksiyon PEF metre ile, respiratuar kas gücü ağız içi basınç ölçüm cihazı ile değerlendirildi. Ayrıca yorgunluk ve dispne algıları Modifiye Borg Skalası ile ölçüldü. Dört günlük tedavinin ilk günü tedavi öncesinde ve son günü tedavi sonrasında hastaların yorgunluk şiddetleri Yorgunluk Şiddeti Ölçeği (YŞÖ), anksiyete ve depresyon seviyeleri Hastane Anksiyete ve Depresyon Skalası (HADS), hareket korkuları TAMPA Kinezyofobi Ölçeği, yaşam kaliteleri Minnesota Kalp Yetmezliği Anketi kullanılarak değerlendirildi. Göğüs çevre ölçümleri yapıldı. Algılanan ağrı şiddeti Vizüel Analog Skalası (VAS) kullanılarak kaydedildi. Dört günlük tedavide ilk gün tedavi öncesi ve son gün tedavi sonrası ii değerler gruplar arası karşılaştırıldığında yaşam kalitelerinde, algılanan ağrı, anksiyete ve depresyon şiddetlerinde anlamlı bir değişim tespit edilmedi (p>0,05). Ancak tedavi grubundaki bireylerin hareket korkularında, dispne ve yorgunluk algılarında, fonksiyonel kapasitelerinde ve solunum fonksiyonlarında anlamlı bir değişim gözlendi (p<0,05). Nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulanan tedavi grubunun kalp hızı, solunum frekansı, oksijen saturasyonu, maksimum inspiratuar basınç (MİP) ve zirve ekspiratuar akış hızı (PEF) değerlerinde akut olarak tedavinin ilk günü tedavi öncesi ve hemen sonrası ve tedavinin son günü tedavi öncesi ve hemen sonrası yapılan ölçümlerde anlamlı değişiklikler tespit edildi (p<0,05). Nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulanan tedavi grubunun kalp hızı, solunum frekansı, oksijen saturasyonu, kan basınçları, maksimum inspiratuar basınç (MİP) ve zirve ekspiratuar akış hızı (PEF) değerlerinde tedavinin dört gün boyunca yapılan ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişim olduğu bulundu (p<0,05). Sonuç olarak çalışmamızda nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulamalarının vital bulgular, yorgunluk ve dispne algısı, hareket korkusu, solunum parametreleri ve fonksiyonel kapasite üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu tespit edildi. Açık kalp ameliyatı sonrası erken dönemde nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulamaları tamamlayıcı bir yaklaşım olarak kardiyak rehabilitasyon programına dahil edilebilir
  • Öğe
    Covıd-19 tanılı hastalarda solunum fonksiyon, depresyon ve yaşam kalitesindeki değişimin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Ozelci, Fahrettin
    Covid-19 Tanılı Hastalarda Solunum Fonksiyon, Depresyon ve Yaşam Kalitesindeki Değişimin Araştırılması Fahrettin ÖZELÇİ İstinye Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Danışman: Doç. Dr. Yasemin BURAN ÇIRAK 2021 COVID-19 enfeksiyonu hala tüm dünyayı ve ülkemizi yoğun şekilde etkilemeye devam etmektedir. COVID-19 enfeksiyonunun, akut dönem sonrasında uzun dönemde insan hayatını ne kadar etkilediği; yaşam kalitesi, solunum fonksiyonları, psikolojik durum, fonksiyonellik ve bağımsızlık düzey üzerindeki etkisini açıklayan sınırlı sayıda veri bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı; Kesin COVID-19 tanısı almış ve hastanede pandemi biriminde tedavi görmekte olan hastaların hastane dönemindeki ve taburculuktan 12 hafta sonrasındaki dönemde semptom, ağrı ve solunum fonksiyonu yönünden değerlendirilmesi; taburculuk günü ve bunu izleyen 12 hafta sonrasındaki dönemde yaşam kalitesi, depresyon düzeyi ve fonksiyonel düzey değerlendirilmesi ile COVID-19'un akut ve sub-akut dönemde hastalar üzerindeki etkisini araştırmaktır. Çalışmaya 42 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların demografik bilgileri ve hastanede kalış süreleri kaydedildi. Ağrı şiddeti ve hareket korkusu vizüel analog skalası ile, solunum fonksiyonu modifiye Borg skalası ile, yaşam kalitesi SF-36 yaşam kalitesi anketi ile, depresyon düzeyleri Beck depresyon ölçeği ile, fonksiyonel ve bağımsızlık düzeyleri ise post-covid fonksiyonel statü skalası ile değerlendirildi. Hastaların %57,1' i kadındı. Hastaların %80' inin ise sigara ve/veya alkol kullanmadığı görüldü. Olguların %50' sinin en az bir komorbiditesinin olduğu ve %64,3' ünün cerrahi öyküsünün bulunduğu tespit edildi. Hastaların vücut kitle indeksi 27,43±5,24 ile kilolu oldukları belirlendi. Hastanede kalış süresinin ortalaması ise 7,64±3,17 idi. Ayrıca hastaların 27 (%63,1)'sinin 40 yaş ve üzeri olduğu görüldü. Hastaların taburculuk günü ve taburculuktan 12 hafta sonra değerlendirilen solunum fonksiyonları, depresyon düzeyleri, yaşam kaliteleri ve fonksiyonel düzeylerinde anlamlı bir değişim ve iyileşme tespit edildi (p<0.05). Hastaneye yatış günü, taburculuk günü ve taburculuktan 12 hafta sonraki ağrı değerlendirmesinde hastaneye yatış gününden taburculuğa kadar ağrıda anlamlı bir azalma olduğu görüldü (p<0.05). Taburculuk günü ve 12 hafta sonraki ağrı şiddetine baktığımızda anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Sonuç olarak, COVID-19'un akut dönemde hastaların solunum fonksiyonlarında, yaşam kalitelerinde düşüşe, depresif bozukluklara ve fonksiyonel düzeyde kısıtlılığa neden olduğu bulundu. Hastalığı atlatan kişilerde bu parametrelerde anlamlı iyileşme görülse de hastalığın etkilerinin devam ettiği ve bu hastaların takibinin devam ettirilerek uygun müdahalelerin planlanması gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: COVID-19, fonksiyonel kapasite, depresyon, dispne, ağrı, yaşam kalitesi.
  • Öğe
    Gerilim tipi baş ağrısı olan bireylerde temporomandibular eklem disfonksiyonunun değerlendirilmesi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Gungor, Dilan
    Çalışmamızın amacı, gerilim tipi baş ağrılı hastalarda, temporomandibular eklem disfonksiyonunun değerlendirilmesidir. Çalışma gerilim tipi baş ağrısı (GTBA) tanısı almış 64 birey (45 kadın, 19 erkek, yaş ortalaması 32,83±8,90) ve 64 sağlıklı birey (35 kadın, 29 erkek, yaş ortalaması 31,16±7,79) ile gerçekleştirildi. Bireylerin demografik bilgileri ve anamnez öyküleri alındıktan sonra, Vizüel Analog Skalası (VAS) ve Mc-Gill Ağrı Anketi ile ağrı seviyeleri ölçüldü. Bireylere, Fonseca Anketi, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Umutsuzluk Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi formları uygulandı. GTBA'lı hasta grubuna Baş Ağrısı Değerlendirme Formu uygulandı. Hasta ve sağlıklı bireyler anketleri doldurduktan sonra, mandibular deviasyon, eklem sesleri, tetik noktalarda palpasyon, ağız açma paternleri, servikal bölge normal eklem hareket (NEH) klinik değerlendirmeleri yapıldı. İstatistiksel değerlendirmeler SPSS 22 programı kullanılarak analiz edildi. Gruplar benzer özelliklere sahiptir (p>0,05). GTBA'lı grup ile sağlıklı grup arasında VAS ve Mc-Gill Melzack Ağrı değerleri ve Fonseca Anketinde anlamlı farklılık olduğu görüldü (p<0,05). Gruplar arası maksimum ağız açma, mandibula normal eklem hareket açıklığı, ağız açma ve kapamada eklem sesi, yüz asimetrisi, servikal bölge normal eklem hareket açıklığı anlamlı fark bulunurken (p<0,05), gruplararası Corbin Postür indeksi karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). Çalışmaya katılan 64 GTBA'lı hastanın %92,18'inde hafif ve orta şiddetli temporomandibular eklem disfonksiyonu (TMED) olduğu tespit edildi. GTBA'lı kadın hastalarda TMED prevalansı %75,1 iken, GTBA'lı erkek hastalarda bu oran %24,9 olarak görüldü. Gruplar arasında depresyon, umutsuzluk, yaşam kalitesi değerlerinde anlamlı farklılık bulundu (p<0,05). GTBA'lı hasta grubunda toplam tetik nokta sayısı 754 iken, sağlıklı grupta bu sayı 170'dir. Çalışmamızda GTBA'lı hasta grubunda TMED oranının, sağlıklı gruba göre yüksek olduğu görüldü. Gerilim tipi baş ağrısı ve TMED arasında önemli bir ilişki olabilir. GTBA'lı hastalar nöroloji kliniğe başvurduklarında TMED açısından da incelenmeleri önem taşımaktadır. Böylece özellikle genç popülasyonda TMED problemlerinin erken dönemde teşhis edilmesi hastalığın prognozu açısından önemlidir ve gelecekte oluşabilecek komplikasyonların önüne geçilmesini sağlayabilir. Tedavi edilmeyen gerilim tipi baş ağrısı, TMED'yi şiddetli hale getirebilir.
  • Öğe
    Omuz impingement sendromlu hastalarda trombositten zengin plazma(prp) uygulaması sonrası ideal fizyoterapi (iprp-pt) çalışma protokolünün ağrı, fonksiyon ve kinezyofobi üzerine etkisi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Karakaya, Pelin
    Çalı?manın amacı, omuz impingement sendrom tanılı hastalarda trombositten zengin plazma (PRP) uygulaması sonrası, ideal fizyoterapi (IPRP-PT) çalı?ma protokolünün ağrı, fonksiyon ve kinezyofobi açısından etkinliğinin ara?tırılmasıdır. Bu çalı?ma Özel Ethica ?ncirli Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümü, ?stinye Üniversitesi Medical Park Gaziosmanpa?a Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’ne ba?vuran omuz impingement sendrom tanılı, PRP uygulanmı? 54 hasta ile yapıldı. Hastalar randomize olarak e?it sayıda iki gruba ayrıldı. 21 gün boyunca, 1. gruba (n=27) IPRP-PT çalı?ma protokolü, konvansiyonel fizyoterapi uygulanıp ev egzersiz programı verildi, 2. gruba (n=27) yalnızca konvansiyonel fizyoterapi programı uygulandı. Değerlendirmeler tedavi öncesi ve sonrasında yapıldı. Normal eklem hareket açıklığı universal gonyometre ile, kas kuvveti manuel kas testi ile, postür değerlendirmesi Corbin postür analizi ile değerlendirildi. Ağrı değerlendirmesinde kısa form Mc-gill, Vizüel Analog Skala (VAS), fonksiyonel değerlendirmesinde Constant Murley Skoru (CMS), Kol Omuz ve El Sorunları Anketi (DASH), Üst Ekstremite ve Boyun Fonksiyonel Değerlendirme Testi (FIT-HaNSA) kullanıldı. Yorgunluk Yorgunluk ?iddet Ölçeği ile kinezyofobi ise Tampa ölçeği ile değerlendirildi. Tedavi öncesi ve sonrası ölçülen tüm parametreler açısından grup 1’deki deği?imin grup 2.’ye göre daha anlamlı olduğu tespit edildi. Sonuç olarak PRP sonrası IPRP-PT protokolünün ağrı, fonksiyon ve kinezyofobi açısından, tek ba?ına konvansiyonel fizyoterapi yakla?ıma göre daha etkili olduğu bulundu ve omuz impingement sendrom tedavisinde uygulanabilecek omuz protokolü olabileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Spesifik olmayan boyun ağrılı bireylerde mulligan konsepti sürekli doğal apofizyal kayma (SNAGS) tekniği uygulamasının etkinliğinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Celik, Murat
    Bu çalışma, spesifik olmayan boyun ağrılı bireylerde konvansiyonel tedavi programına ek olarak uygulanan Mulligan konsepti servikal sürekli doğal apofizyal kayma (SNAGS) mobilizasyon yönteminin etkinliğini araştırmak üzere yapıldı. Araştırma 18-50 yaş aralığında 40 hasta üzerinde en az 3 ay süren spesifik olmayan boyun ağrılı, radiküler bası ve kuvvet kaybı olmayan, uzman hekim tarafından teşhisi konmuş gönüllü hastalar çalışmaya dahil edildi; merkezi sinir sistemi hastalığı olanlar, distal-periferik sinir yaralanmaları olanlar, inflamatuvar eklem hastalığı olanlar, servikal omurga kırığı veya cerrahisi geçirenler, üst ekstremite ameliyatı geçirmiş kişiler, servikal omurga tümörü ve enfeksiyonu olanlar, servikal omurgayı içeren konjenital anomalisi olanlar ve diyabeti olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Çalışma ve kontrol grubu olarak hastalar randomize şekilde 20 şer kişiden iki gruba ayrıldı. Her iki gruba haftada 3 hafta, haftanın 5 günü toplamda 15 seans uygulama yapıldı. Çalışma grubuna; 10 dk ultrason, 20 dk TENS ve hotpack uygulaması yapıldı. Fizyoterapi programlarına ek olarak ise SNAG yapıldı. Uygulama; her servikal omurgaya 5 tekrarlı üçer set şeklinde yapılıp setler arasında hasta 5 sn dinlendirildi. Kontrol grubuna, sadece fizyoterapi programı yapılıp uygulama seansı bitirildi. Her iki grupla boyun normal hareket açıklığı egzersizleri yaptırılıp ev egzersizi olarak da verildi. Hastalardan hikaye ve sosyo-demografik öykü alındıktan sonra tedavi öncesi - sonrası olacak şekilde; Universal gonyometre ile eklem hareket açıklığı ölçülüp, Kısa form McGill (SF-MPQ), Tampa Kinezyofobi Ölçeği, Boyun Özürlülük İndeksi (BDI), Beck Depresyon Ölçeği, Beck Umutsuzluk Ölçeği, Nottingham Yaşam Kalitesi Ölçeği, ve Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi uygulandı. Verilerin analizinde Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi ve Mann-Whitney U testi kullanıldı. Araştırma sonucunda SNAG tekniğinin spesifik olmayan boyun ağrısı yaşayan bireylerde yalnızca boyun aktif fleksiyon, aktif sol rotasyon, pasif sol rotasyon arttırılması ve hareket kısıtlılığının azaltılması konusunda konvansiyonel fizyoterapi uygulamalarına katkısının olduğu belirlendi. Ancak SNAG tekniğinin spesifik olmayan boyun ağrısı yaşayan bireylerde duyusal ağrı skorunun azaltılması ve uyku kalitesinin korunması konusunda, konvansiyonel fizyoterapi uygulamalarına katkısının olmadığı belirlendi.
  • Öğe
    Yoğun bakım hastalarında nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin fonksiyonel seviye ve solunum üzerine etkisi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Uyaroglu, Mehmet Burak
    Çalışmamızın amacı, yoğun bakım hastalarında nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin solunum ve fonksiyonel seviye üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmaya; İstinye Üniversitesi Bahçeşehir Hastanesi ve İstinye Üniversitesi Gaziosmanpaşa Medical Park Hastanesi yoğun bakım ünitelerinde yatmakta olan, yaşları 32 ile 85 arası değişen 40 hasta dahil edildi. Katılıcımlar; solunum egzersizleri, mobilizasyon egzersizleri ve normal eklem hareket egzersizlerini içeren konvansiyonel fizyoterapi uygulanan kontrol grubu(n=20) ve konvansiyonel fizyoterapi programına ek olarak nörofizyolojik fasilitasyon teknikleri uygulanan çalışma grubu(n=20) olarak ikiye ayrıldı. Hastaların fonksiyonel durumları, alt ve üst ekstremite kas kuvveti ölçümleri, kavrama kuvveti ölçümleri tedaviye başladıklarında ve tedavi sonlandığında değerlendirildi. Ayrıca hastaların mekanik ventilasyondan ayrılma oranları değerlendirildi. Nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin solunum üzerinde etkisini görmek için, tedavinin ilk günü ve son günü vital bulguları, dispne ve yorgunluk algısı değerlendirildi. Değerlendirmeler SPSS-22 programı kullanılarak istatistiksel olarak analiz edildi. Nörofizyolojik fasilitasyon uygulamasının birinci gününde kalp hızı, kan basınçları, oksijen saturasyonu, solunum frekansı ve yorgunluk algısı anlamlı olarak değişirken(p<0,05); dispne algısında anlamlı bir değişim görülmedi(p>0,05).Son gün, tüm vital bulgular ve yorgunluk algısı anlamlı olarak değişirken(p<0,05), dispne algısında anlamlı bir değişim görülmedi(p>0,05). 1., 2., 3., 4. ve sonuncu gün değerlerine bakıldığında; vital bulgularda istatistiksel anlamlı bir fark yoktu(p>0,05). fakat dispne ve yorgunluk algısında istatistiksel olarak anlamlı azalma görüldü(p<0,05). Her iki grupta Premorbid Aktivite Seviyesi Skalası Skoru, Chelsea Kritik Bakım Değerlendirme Ölçeği (CPAx) ve Yoğun Bakım İçin Fiziksel Fonksiyon Ölçeği (PFİT) skorlarında istatistiksel anlamlı değişim görüldü(p<0,05). Fonksiyonel bağımsızlık ölçeği, alt ve üst ekstremite kas kuvveti ölçümleri ve kavrama kuvveti ölçümlerinde anlamlı bir değişim görülmedi(p>0,05). Mekanik ventilasyon cihazından ayrılma oranında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görüldü(p<0,05). Sonuç olarak; Nörofizyolojik fasilitasyon tekniklerinin yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda fonksiyonel seviyelerini ve vital bulgularını geliştirmede etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Yoğun bakımda alternatif bir yaklaşım olarak kullanılabilir.
  • Öğe
    Açık kalp ameliyatı geçiren hastalarda sanal gerçeklik uygulamasının akut dönemde etkisi
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Tasci, Zubeyr
    Açık kalp cerrahisi, birçok kardiyovasküler hastalıkta tercih edilen bir yöntemdir. Cerrahi sonrasında oluşan postoperatif komplikasyonlara karşı kardiyak rehabilitasyonun endike olduğu bilinmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte sanal gerçeklik uygulaması fizyoterapi alanında da terapötik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışma açık kalp ameliyatından sonra hastane döneminde yapılan sanal gerçeklik uygulamasının etkisini incelemek amacıyla planlandı. Çalışma açık kalp ameliyatı geçiren 24 hasta üzerinde yapıldı. Birinci gruptaki 12 hastaya sanal gerçeklik ile rutin fizyoterapi programı uygulanırken ikinci gruptaki 12 hastaya sadece rutin fizyoterapi uygulandı. Demografik özellikler, operatif bilgiler, risk faktörleri kaydedildi. Fiziksel aktivite düzeyleri Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQSF), yaşam kaliteleri SF-36 ile değerlendirildi. Tedavi öncesi ve sonrası sağlık algıları Sağlık Değerlendirme Anketi (HAQ), fonksiyonel kapasiteleri 6 dakika yürüme testi (6DYT) ve Zamanlı kalk yürü testi, depresyon ve anksiyete düzeyi Hastane Anksiyete Depresyon Skalası (HADS), yorgunluk için FACIT yorgunluk ölçeği, hareket korkusu TAMPA kinezyofobi ölçeği kullanılarak değerlendirildi. Ayrıca solunum fonksiyon testi ve solunum kas kuvveti ölçüldü. Günlük uygulamanın hemen öncesinde ve sonrasında vital bulgular, yorgunluk, ağrı ve dispne VAS değerleri kaydedildi. Gruplar arasında tedavi öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında HAQ, TAMPA, FACIT değerlerinde, solunum fonksiyon testi parametrelerinde ve solunum kas kuvvetinde benzer değişimler bulundu (p>0.05). Ancak 6DYT mesafesi artışının çalışma grubunda anlamlı olarak daha fazla olduğu tespit edildi (258±93,63) (p<0.05). HADS skorunun da istatistiksel olarak çalışma grubunun anlamlı olarak azaldığı görüldü (depresyon=3,91±2,42 anksiyete=5,91±2,02) (p<0.05). Kalp hızı ve kan basıncı değerlerinin ise düzenlendiği ve solunum frekanslarının çalışma grubunda daha fazla azaldığı görüldü (p<0,05). Çalışma sonucunda olguların fonksiyonel ve depresyon, ii anksiyete düzeylerinde anlamlı olarak sanal gerçeklik uygulamasın olumlu yönde etki ettiği görüldü. Vital bulgular açısından gevşemeyi sağladığı tespit edildi. Sanal gerçeklik uygulaması açık kalp ameliyatı sonrası erken dönemde tamamlayıcı bir yaklaşım olarak fizyoterapi programlarına eklenebilir.
  • Öğe
    Lomber disk hernisi cerrahisi sonrası kinezyofobi, uyku kalitesi ve yaşam kalitesindeki değişimin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, 2019) Ozturk, Hamide Elif
    Çalışmanın amacı; Lomber disk hernisi (LDH) tanısı koyulan ve mikrodiskektomi cerrahisi geçiren bireylerde kinezyofobi, günlük yaşam aktiviteleri ve uyku kalitelerinin değişimini araştırmaktır. Ulus Liv Hospital ve İstinye Üniversitesi Hastanesi bünyesinde Ortopedi ve Travmatoloji kliniğine başvurup lomber disk cerrahisi endikasyonu alıp, cerrahi olan 30 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar ameliyattan önce, ameliyat sonrası birinci ay, üçüncü ay ve altıncı ayda değerlendirildi. Hastaların değerlendirilmesinde ağrı için kısa form Mcgill ağrı anketi ve görsel ağrı skalası (VAS), bel ağrısı kaynaklı özür durumunu değerlendirmek için Oswestry disabilite indeksi (ODİ), hareket korkusu için Tampa kinezyofobi ölçeği (TKÖ), yaşam kalitesi için SF-36 (yaşam kalitesi ölçeği), uyku kalitesi için Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ve emosyonel durum içinse Beck depresyon (BDÖ) ve umutsuzluk (BUÖ) ölçeği kullanıldı. Ayrıca hastaların lomber fleksiyon-ekstansiyon ve lateral fleksiyon normal eklem hareket açıları (NEH) kaydedildi. Hastalara ameliyat sonrası önerilerde bulunuldu ve ev egzersiz programı verildi. Değerlendirmeler sonucunda SF-36’nın bütün alt parametrelerinde, TKÖ, PUKİ, ODİ, BDÖ ve BUÖ skorlarının ve NEH’lerinin zaman içindeki değişimi anlamlı bulundu (p<0.05). Ameliyat öncesi lomber bölge fleksiyon hareketi ile TKÖ,ODİ Toplam Skoru ve BUÖ skoru arasında; VAS skoru ile PUKİ, ODİ Toplam Skoru, BDÖ ve SF-36 Emosyonel iyilik hali alt bileşeni arasında; Mc-Gill Ağrı şiddeti VAS değeri ile PUKİ, ODİ Toplam Skoru, BDÖ ve SF-36 Emosyonel iyilik hali alt bileşeni arasında;Mc-Gill duyusal (sensory) alt parametresi ile Beck umutsuzluk ölçeği skoru ve SF-36 Vücut ağrısı alt bileşeni arasında; Mc-Gill algısal alt parametresi ile TKÖ Mc-Gill toplam Skoru ile SF-36 Fiziksel problemler nedeniyle olan kısıtlanma alt bileşeni arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05).Ameliyat sonrası 6. ayda lomber bölge ekstansiyon hareketi ile ODİ Skoru arasında; Lomber bölge lateral fleksiyonu ile BDÖ skoru arasında; Mc-Gill algısal skor ile ODİ Skoru arasında; PUKİ skoru ile SF-36 Fiziksel problemler nedeniyle olan kısıtlanma ve SF-36 Genel Sağlık Algısı alt bileşeni arasında; ODİ Skoru ile SF-36 Vücut ağrısı alt bileşeni arasında; BDÖ skoru ile SF-36 Fiziksel fonksiyon kalitesi, SF-36 Emosyonel iyilik hali ve SF-36 Genel Sağlık Algısı alt bileşeni arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p<0,05).Sonuç olarak; LDH cerrahisi sonrası erken dönemde ve sonrasında verilen, aşamalı olarak arttırılan ev egzersiz programları bireylerin subjektif ve objektif bulgularında önemli düzeyde iyileşmeler sağladı.
  • Öğe
    Omuz impingement sendromlu hastalarda ekstrakorporeal şok dalga tedavisinin etkinliğinin araştırılması
    (İstinye Üniversitesi / Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, 2019) Servet Gullu, Hacer
    Çalışmanın amacı, İmpingement Sendromu tanısı konulan hastalarda konvansiyonel fizyoterapi uygulamalarına ek olarak uygulanan Ekstrakorperal Şok Dalga Tedavisi (ESWT) uygulamasının etkinliğini araştırmaktır. Uşak Medical Park Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ve İstinye Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon kliniklerine başvuran impingement sendromu tanısı konulmuş 30 hasta randomize olararak eşit sayıda iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki hastalara (n=15) üç hafta boyunca haftada 5 gün ultrason, TENS ve infraruj uygulamasından oluşan konvansiyonel fizyoterapi programına ek olarak haftada bir gün toplamda üç seans Ekstrakorporeal Şok Tedavisi (ESWT) uygulandı. İkinci gruba (n=15) ise yalnızca konvansiyonel fizyoterapi programı uygulandı. Ayrıcaher iki gruba da egzersiz programı verildi. Değerlendirmeler tedavi öncesi ve tedavi sonrasında yapıldı. Hastaların takip süresi üç hafta idi. Değerlendirmede fonksiyonel değerlendirme için Constant Murley, UCLA, SPADI skorlama bataryaları, Mc-Gill Ağrı Anketi ve VAS, etkilenen taraf omuz aktif ve pasif eklem hareket açıklıkları, uyku kalitesi için ise PUKİ anketi kullanıldı. Hastaların Constant Murley, UCLA ve SPADI skorlamasının tüm alt parametre skorlarının zaman içindeki değişimi anlamlı iken, grup zaman etkileşimine bakıldığında Constant Murley için ağrı ve GYA alt parametresi hariç diğer alt parametre skorlarının ve toplam skorunun, UCLA için iv fonksiyon, aktif öne fleksiyon, fleksiyon kas gücü alt parametresi hariç diğer alt parametre skorlarının ve toplam skorunun, SPADI için ise tüm alt ve toplam skorlarının anlamlı olduğu tespit edildi. Tedavi sonrası her iki grupta da etkilenen eklem hareket açıklıklarında düzelme oldu ancak bu değişim gruplar arasında farklı değildi. Hastaların PUKİ skorunun zaman içindeki değişimi anlamlı iken, grup zaman etkileşimine bakıldığında anlamlı olmadığı tespit edildi. Sonuç olarak, Konvansiyonel fizyoterapiye ek olarak ESWT kullanımının ağrı, omuz fonksiyonel düzey ve hasta memnuniyeti açısından tek başına konvansiyonel yaklaşıma göre daha etkili olduğu bulundu ve impingement tedavisinde konvansiyonel tedaviye ek bir yaklaşım olarak kullanılabilir.